Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ

Ülkemizin Çevre Sorunları


Hava Kirliliği


Hava kirliliği, havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek ya da yaşamdan maddi nesnelerden yararlanılmasını engelleyecek miktar, yoğunluk ve sürede atmosferde bulunmasıdır. Havanın tabii bileşimini değiştiren gaz, sıvı veya katı halde bulunabilen kimyasal maddelere hava kirleticileri adı verilmektedir. Gaz dışındaki kirleticiler havada aerosol halde olup, bazıları sis, mist, duman gibi özel adlar ile adlandırılmaktadır.


Çevre havasında hava kirleticilerinin miktarının artması, hava kalitesini azaltmaktadır. Hava kalitesi sınır değerleri, insan sağlığının korunması amacıyla çevrede kısa ve uzun vadeli olumsuz etkilerin ortaya çıkmaması için atmosferdeki hava kirleticilerin bir arada bulunduklarında, değişen zararlı etkileri de göz önüne alınarak tespit edilmiş derişimlerle ifade edilen seviyelerdir. Genellikle hava kalitesi sınır değerleri; hava kirleticilerin düşük miktarlarının uzun sürede solunmasıyla ortaya çıkan kronik etkiler için verilen üst sınır değerleri gösteren uzun vadeli sınır değerler (UVS) ve kısa sürede hava kirleticilerin yüksek derişimlerinin solunmasıyla ortaya çıkan kısa süreli akut etkiler için verilen sınır değerleri gösteren kısa vadeli sınır değerler (KVS) olmak üzere iki başlık altında değerlendirilmektedir.


Yerel ölçekte özellikle şehirlerdeki hava kirliliği problemleri birbirinden oldukça farklıdır ve topografya, nüfus, meteoroloji, sanayileşme seviyesi ve hızı ile sosyo-ekonomik gelişmeden oluşan bir dizi faktör bu farklılığa yol açar. Ayrıca, şehir nüfusundaki büyüme ile hava kirliliğine maruz kalan populasyonun artması, bu problemi daha ciddi bir hale getirmektedir.




Hava Kirleticileri ve Kaynakları


Enerjinin üretilmesi ve kullanılması şehir yaşamının bir çok yönünü etkiler. Enerji ısınma ve aydınlanma, motorlu ulaşım ve endüstriyel prosesler için gereklidir. Fosil yakıtlar dünyadaki bütün şehirlerde bu enerji ihtiyaçlarının çoğunun karşılanmasında direkt olarak veya elektrik enerjisine dönüştürülme yoluyla kullanılmaktadır. Artan şehir nüfusu ve sanayileşme düzeyleri kaçınılmaz biçimde daha fazla enerji ihtiyacının ortaya çıkmasına bu da genelde kirletici emisyonlarının artmasına yol açmaktadır.


Fosil yakıtların ısınma, güç üretimi için, motorlu taşıtlarda, endüstriyel proseslerde ve katı yakıtların yakma yoluyla bertarafında kullanılması şehirlerde atmosfere verilen hava kirleticilerinin temel kaynaklarıdır. Şehir çevresinde görülen en yaygın hava kirleticileri kükürtdioksit (SO2), azot oksitleri (NO veya NO2, genellikle NOx olarak adlandırılmakta) , karbon monoksit (CO), ozon (O3), askıda katı madde (PM) ve kurşun (Pb)dan oluşmaktadır. Bu kirleticiler geleneksel hava kirleticiler olarak da adlandırılmaktadır. Yakma, geleneksel hava kirleticilerin temel kaynağıdır, sabit kaynaklarda fosil yakıtların yakılması SO2, NOx ve partiküllerin oluşumuna neden olur. Isınmada katı yakıt kullanımı da (temel olarak odun ve kömür) bazı şehirlerde bu kirleticilerin önemli bir kaynağıdır. Benzinle çalışan motorlu taşıtlar NOx,CO ve Pb'nin temel kaynakları iken, dizel yakıtlı motorlu taşıtlar NOx'a ilaveten önemli miktarlarda partikül madde ve SO2 yayar.


Fotokimyasal bir oksidant olan ve fotokimyasal pusun temel bileşeni olan ozon yakma kaynaklarından direk olarak yayılmaz, ancak güneş ışığının bulunması ile uçucu organik bileşikler (VOC) ve azot oksitlerden oluşur. VOC'lar trafik, organik kimyasalların (çözücüler gibi), hampetrolün taşınması ve kullanımı, doğal gaz kullanımı ve dağıtılması, az miktarda da atık bertaraf alanları ve atık su arıtma tesislerinden kaynaklanmaktadır. Yüksek trafik akışı olan daha sıcak ve güneşli şehirler ozon ve diğer öncü fotokimyasal oksidantların oluşumu için iyi bir ortam hazırlar.


Kurşun temel olarak yakıt katkı maddeleri, metal ergitme ve pil üretim tesislerinden yayılır, ancak kurşunlu benzin kullanımı kurşun açığa çıkaran en önemli kaynaktır.


Şehirlerimizde detaylı emisyon envanterleri bulunmasa da trafikte seyreden motorlu taşıtların sayısındaki artıştan, CO, NOx ve partikül madde gibi hava kirleticilerin artmasında önemli rol oynadığı sonucunu çıkarmak mümkündür.


Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, çok değişik hava kirliliği kaynakları mevcuttur. Hareketli (mobil) ve sabit kaynakların hava kirletici emisyonlarına katkıları şehirler arasında değişiklik göstermekte, motorlu taşıt ve endüstri düzeyi, yoğunluğu ve çeşidine göre değişmektedir. Gelişmekte olan ülkelerdeki motorlu taşıtlar daha eski ve bakımsız olduklarından, buralardaki motorlu taşıtlar önemli bir kirlilik kaynağı oluşturmaktadır.


Geleneksel ve yaygın hava kirleticilerinin yanında, düşük konsantrasyonlarda olmasına rağmen toksik ve kanserojen kimyasalların emisyonlarının arttığı tespit edilmiştir. Bunlar bazı ağır metaller (berilyum, kadmiyum, civa vb.), organik bileşikler (benzen, poliklorodibenzo-dioksin ve -furanlar, formaldehit, vinil klorür, poliaromik hidrokarbonlar gibi) , radionükleidler (radon gibi) ve liflerdir (asbest gibi). Bu kimyasallar atık yakma tesisleri, atık su arıtım tesisleri, endüstriyel ve imalat prosesleri, çözücü kullanımı, inşaat materyalleri ve motorlu taşıtlardan oluşan oldukça geniş bir kaynaktan yayılmaktadır. Bunların emisyonları geleneksel kirleticilerinkiyle karşılaştırıldığında oldukça düşük olmakla beraber, yüksek toksisite ve kanserojen potansiyelleri veya ikisinin bileşimi göz önüne alındığında, insan sağlığı açısından ciddi tehlikeler yol açabilmektedir.




Hava Kirliliğinin Etkileri


İnsan Sağlığına Etkiler


Geleneksel hava kirleticilerin çoğu, solunum ve kardiyovasküler sistemleri direk etkiler. Hastalık, ölüm ve akciğer fonksiyon bozukluklarındaki artışlar SO2 ve partikül madde düzeylerindeki artışlarla ilişkilidir. NO2 ve ozon da solunum sistemini etkiler, bunlara akut maruz kalma iltihaplı (enflamatuvar) hastalık ve geçirgenliğe duyarlılık , akciğer fonksiyon bozuklukları ve nefes borusu reaktivitesinde artışlara neden olur. Ozonun aynı zamanda göz, burun ve boğazı tahriş ettiği ve baş ağrılarına neden olduğu bilinmektedir. CO hemoglobine bağlanabildiğinden ve kandaki oksijenin yerini alır, bu da kardiyovasküler ve sinirsel davranış problemlerine yol açar. Kurşun kemik iliğindeki kırmızı kan hücrelerinde hemoglobin sentezini engeller, karaciğer ve böbrekleri bozar ve nörolojik zararlara yol açar.


Hava kirliliğinin doğrudan insan sağlığına etkileri, kirliliğe maruz kalınan süre ve yoğunluk ile ilgili nüfusun genel sağlık durumuna bağlı olarak değişir. Çocuklar ve yaşlılar, solunum ve kardiyovasküler hastalığı olanlar, alerjik olanlar ve egzersiz yapanlar gibi nüfustaki bazı gruplar daha çok risk altındadır.




Bitkilere ve Yapılara Etkiler


Kükürt ve azot oksitleri asidik birikimin temel bileşenleridir. Uzun süreli taşınımları kara ve su eko sistemlerinde olumsuz etkilere yol açan toprak ve suların asidifikasyonuna yol açmaktadır. SO2 ve ozon bitkilere zararlıdır, özellikle ozon ürün kayıpları ve ormanlara zarar vermektedir. Bunlar kloroplastların sayısında azalma ile renk solması veya sararma, dış epidermal tabakanın tahribatı neticesinde yaprak yüzeylerinin parlaklaşması veya yüzeyde benekleşme şeklinde fiziksel etkiler veya mekanizmalarında aksaklıklar gibi fizyolojik ve biyokimyasal etkilerdir.


SO2 atmosferde veya metal yüzeylerinde sülfürik asit oluşturmak suretiyle metallerin korozyon hızlarının artmasına neden olmaktadır. SO2'nin yapılar üzerine etkisi, kireçtaşı ile reaksiyona girerek suda çözünebilen, dolayısıyla yapılarınn zamanla yıpranmasına yol açan maddeleri meydana getirme şeklindedir. Ozonun en önemli etkisi kauçuk materyallerini çatlatma şeklindedir.




Ülkemizde Yaşanan Hava Kirliliği


I. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği


Kentlerimizdeki hava kirliliği özellikle ısınma döneminin başlaması ile birlikte artış göstermektedir. Kış aylarında ısınmadan kaynaklanan hava kirliliğinin temel sebepleri; ısınmada düşük vasıflı yakıtların iyileştirme işlemine tabi tutulmadan kullanılması kömüre uygun yakma sistemlerinin kullanılmaması, yanlış yakma tekniklerinin uygulanması ve kullanılan kazanlarının işletme bakımlarının düzenli yapılmaması olarak sıralanabilir. Bunların yanı sıra, metropollere yönelen ve aşırı ölçüde birikime yol açan büyük göç, kentlerde yerleşim, konut, altyapı, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi sorunlarla birlikte çevre problemlerinin artışına neden olmuştur. Ayrıca topografik ve meteorolojik şartlara göre şehirlerin yanlış yerleşmesi ve dolayısıyla çarpık kentleşme şehirlerimizde görülen hava kirliliğini artırmaktadır. Şehirlerde nüfus artışına paralel olarak artan motorlu taşıt sayısı da özellikle trafiğin yoğun olduğu yerlerde hava kirliği sorunu yaratmaktadır.


Türkiye genelinde hava kirliliği seviyesinin izlenmesi için 69 il merkezi ve 7 ilçe merkezinde olmak üzere toplam 171 istasyonda kükürtdioksit (SO2) ve Partiküler madde (PM) ölçümleri yapılmaktadır. İstanbul ve Ankara dışında yer alan istasyonlarda bulunan cihazlar yarı otomatiktir. Ayrıca Ankara Sıhhiye istasyonunda karbonmonoksit ve NOx emisyon ölçümleri yapılmaktadır.


1992-1998 yılları kış sezonu hava kirlilik değerleri Tablo 1 ‘de yer almaktadır.




Tablo 1: Kış Sezonu Hava Kirliliği Yıllık Ort. Değerleri




Kış Sezonu (Ekim-Mart )Hava Kirliliği Ortalama Değerleri


Kükürtdioksit Konsantrasyon Değeri (Ug/M3) Partikül Madde Konsantrasyon Değeri (Ug/M3)




İller 1991


1992 1992


1993 1993


1994 1994


1995 1995


1996 1997


1998 1991


1992 1992


1993 1993


1994 1994


1995 1995


1996 1997-


1998


Kayseri 249 190 202 126 140 167 110 106 153 75 88 122


Nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerimiz başta olmak üzere, özellikle kış sezonunun başlaması ile birlikte şehirlerde, yüksek kükürt içeren katı ve sıvı fosil yakıtların kullanılması ve bu yakıtlara uygun olmayan yakma sistemlerinden dolayı hava kirliliğinde artış gözlenmiştir.


Katı Yakıtlar:


Ülkemizde tespit edilmiş bulunan toplam linyit rezervi 8.4 Milyar ton civarındadır. Linyitlerimizin büyük çoğunluğu yüksek seviyede kül, uçucu madde, nem, kükürt ve düşük alt ısıl değere sahiptir. Dolayısıyla ıslah edilmeden ocaktan çıktıkları gibi yakıldıkları zaman havaya bol miktarda kirletici madde vermektedir. Kömürleri iyileştirmek için 7 adet kömür yıkama tesisi kurulmuştur.


Türkiye'deki mevcut kömür yıkama zenginleştirme tesislerinin sayı ve kapasitesi, linyit ve taşkömürü üretim kapasiteleri ile karşılaştırıldığında çok azdır. Bu sebeple yerli kömür kullanımından kaynaklanan hava kirliliğinin azaltılması için illerde kullanılacak kömür özellikleri illerin hava kirliliği derecelerine göre belirlenmiştir. Bu değerler Tablo 2’de yer almaktadır.




Tablo 2: Hava Kirliliği Dereceleri


I.Derece Kirli İllerde Kullanılacak Kömür Özellikleri


II.Derece Kirli İllerde Kullanılacak Kömür Özellikleri III.Derece Kirli İllerde Kullanılacak Kömür Özellikleri


Alt Isıl Değer (Kcal/kg) min 4000(-200) satışa sunulan min 3500(-200) satışa sunulan min 3000(-200) satışa sunulan


Yanar Kükürt (%) max 1 satışa sunulan max 1.3 satışa sunulan max 1.65 satışa sunulan


Boyut (mm) 18-200 (+%10 tolerans) 18-200 (+%10 tolerans) 18 (+%10 tolerans)


200 (+%20 tolerans)




Linyit rezervi ve kalitesi belli olan ülkemizde standartları belirlenen bu kömürlerin yanı sıra ithal kömür, kükürdü düşük fuel-oil ve doğal gaz kullanımının yaygınlaştırılması çalışmalarına hız verilmiştir.


Ülkemizde kullanımına izin verilen ithal kömürün özellikleri Tablo 3’de verilmiş olup, “Çevrenin Korunması Yönünden Kontrol Altında Tutulan Madde ve Atıklara İlişkin Dış Ticarette Standardizasyon 1997/3 Tebliği” kapsamında kömür ithalatı 1993 yılından bu yana denetim altında tutulmaktadır.




Tablo 3: Ülkemizde kullanımına izin verilen ithal kömürün özellikleri


Isınma Amaçlı Sanayi Amaçlı *


Alt Isıl değer (Kcal/kg) min 6000 (orijinal bazda) min 6000 (orijinal bazda)


Toplam Kükürt (%) max 1 (kuru bazda) max 1 (kuru bazda)


Uçucu Madde (%) 12-22 (kuru bazda) max 36 (kuru bazda)


Toplam Nem (%) max 10 (orijinal bazda)


Boyut (mm) 10 (- %10 tolerans) 0-50


* Entegre demir çelik tesislerinde uçucu madde ve ebat serbest bırakılmıştır.


Sıvı Yakıtlar; Ülkemizde sıvı yakıt üretiminin %86’sı TÜPRAŞ ve %14’ü ATAŞ rafinerileri tarafından yapılmaktadır. TÜPRAŞ tarafından, %3.5 kükürtlü 6 nolu fuel-oil ile %1.5 kükürtlü kalorifer yakıtı olmak üzere 2 cins fuel-oil üretilmektedir. 6 nolu fuel-oil sanayi amaçlı kalorifer yakıtı ise yerleşim bölgelerindeki küçük sanayi tesisleri ile konutlarda ısınma amaçlı olarak kullanılmaktadır. Uluslararası normlara uyum sağlanması amacıyla gerekli yatırımların rafinerilerde yapılması gerekmektedir. TÜPRAŞ bu yatırımları ancak 2000 yılından sonra gündeme alabileceğini belirtmektedir.




Doğal gaz; Gerek nüfus artışı ve gerekse sanayileşme hamlesine bağlı olarak enerji ihtiyacının karşılanması ve şehirlerimizde kış döneminde hat safhalara ulaşan hava kirliliğinin önlenmesi açısından çözüm olarak görülen doğal gaz, ülkemizde ilk olarak 1987 yılının Haziran ayında Hamitabat Kombine Çevrim Santralında elektrik üretimi amacıyla kullanılmaya başlanmış olup, Ankara-İstanbul-Bursa-Kocaeli ve Eskişehir illerimizde ve çevrelerindeki sanayi kuruluşlarında kullanılmaya başlanmıştır.


II. Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği


Son yıllarda, otomotiv sanayiinin gelişmesi, nüfus artışı ve Türkiye'nin yaşam seviyesinin büyük gelişme göstermesi sonucunda, Motorlu Karayolu Taşıtları sayısı büyük bir hızla artmıştır. Bunun sonucu özellikle büyük kentlerde motorlu taşıtların hava kirliliğine katkı payı artmış, zararlı emisyonları nedeniyle çevre sağlığını bölgesel ve küresel ölçekte tehdit etmeye başlamıştır. Bu emisyonların azaltılması amacıyla, AT ülkelerinde uygulanan regülasyonlara uyumlu olarak Türkiye'de yerli üretilen ve ithal araçlarda EURO-93 standardına geçiş çalışmaları başlamıştır. Bu konu ile ilgili olarak 1995 yılından itibaren, yeni trafiğe çıkan yerli üretilen ve ithal edilen otomobillerde eşzamanlı olarak katalitik konvertör ve yakıt enjeksiyon sistemi kullanımı ile EURO-93 standardına uyum çalışmaları başlayacak ve kademeli olarak devam ederek 2000 yılında geçiş tamamlanacaktır (Bakınız Gönüllü Anlaşmalar). Kurşunsuz süper benzinin zorunlu yakıt olması göz önünde bulundurularak, kurşunsuz süper benzinin fiyatının ucuzlatılması ile, yurt sathında yaygınlaştırılması ve EURO-93 standardına uyan araçlarda vergi indirimi çalışmaları sürdürülmektedir.


Motorlu taşıtlardan kaynaklanan emisyonlar, atmosferde gaz, aerosol ve partikül madde olarak bulunan yüzlerce bileşiği içerirler. Motorlu taşıtlar ile ilişkili başlıca hava kirleticileri, karbonmonoksit (CO), karbondioksit (CO2), partikül madde (PM), azot oksitleri (NOx) ve uçucu organik bileşikler (hidrokarbonlar (HC))dir. Bunların son ikisi NOx ve HC traposferik ozonun oluşmasına sebep olurlar. Oksijenin aktif bir hali olan ozon, hidrokarbonlar ile azot oksitlerin ısı ve güneş ışığı aracılığı ile birleşmesinden oluşur. Özellikle, insanların solunum yollarına zarar verir, yapı, bina ve malzemeleri aşındırır, rüzgarlar ile taşınarak asit yağmurları halinde bitki örtüsünün ve ormanların tahribine neden olur. Bilinen karbonmonoksit kirliliğinin yanında, yer seviyesi ozon miktarı artış, stratosferik ozonun faydalarının aksine çevre sağlığı açısından çok zararlıdır. Ayrıca motorlu taşıt egzoz emisyonları da karbondioksit, metan ve nitröz oksidi gibi bir çok sera gazlarını da ihtiva ettiği için yer kürenin ısınmasında önemli rol oynarlar. Kurşun, asbest ve klima sistemlerinde ozon tabakasını inceltici madde olarak kullanılan kloroflor karbonlar diğer zararlı emisyonları teşkil ederler. Bu emisyonlar, yakıt bileşimleri ve yakıt katkı maddeleri ile ilişkili olduğu kadar, yanmamış yakıt ve tam olmayan yanma ile ilgilidir. Bunun yanında yakıt dağıtımı, depolanması, taşıtların depolarına doldurulması ve taşıtların seyri sırasındaki buharlaşma kayıplarından oluşan emisyonlar sayılmalıdır.


TÜPRAŞ kurşun katkılı olarak ürettiği benzindeki kurşun miktarını 1988 yılından itibaren normal benzinde 0.42 g/L'den 0.15 g/L' ye, süper benzinde ise 0.84 g/L'den 0.40 g/L' ye düşürmüştür. Ayrıca TÜPRAŞ, AT ülkelerinde kullanılan ve Eurosuper ismi verilen 95(RON) Oktanlı kurşunsuz benzini. bugün yılda 500.000 ton üretebilecek durumdadır.


Rafinerilerimizin Türkiye'nin tüm benzin ihtiyacını kurşunsuz benzin ile karşılamak üzere 2005 yıllarına kadar uzanan yatırım plan ve programları da hazır bulunmaktadır.


Halihazırda, TÜPRAŞ'ın mevcut rafineri imkanları ile 1.250.000 ton kurşunsuz benzin üretebilme kapasitesi olmasına karşın, 1996 yılında sadece 281.706 ton kurşunsuz benzin satılmış, toplam tüketim içindeki payı ise %6.62 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran diğer ülkelerle kıyaslandığında (ABD %98, Japonya %100) düşük olmaktadır. Yapılan araştırmalarda, Türkiye'de her 100 petrol istasyonundan yaklaşık 30 tanesinde kurşunsuz benzin satışı yapıldığı anlaşılmıştır. Kurşunsuz benzinin diğer benzinlerle arasında fiyat avantajı olmaması tüketicinin talebinin düşük oranda kalmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, kurşunsuz benzin kullanımının arttırılması için fiyatının düşürülmesi ve akaryakıta uygulanan vergilerde indirim yapılması amacıyla ilgili kurumlar ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile çalışmalar sürdürülmektedir.


Bu arada dizel yakıtlarla ilgili olarak önemli bir nokta da, motorindeki kükürt miktarı, daha az gürültü ve daha az kükürtdioksit emisyonu için 1988 yılında ağırlıkça % 1'den % 0.7'ye azaltılmış olup, hidrokraking yatırımları ile daha aşağı değerlere ve AT Normu olan % 0.3 değerine düşürülmesi hedeflenmiştir.


Son yıllarda yurdumuzda motorlu taşıt sayısı ise çok büyük rakamlara ulaşmıştır. Fakat otomobil sayısı Motosiklet, Moped ve Traktör hariç karayolu taşıtlarının % 75'ine tekabül etmektedir.




Otomotiv Çevre Deklarasyonu ;1995 yılından itibaren motorlu taşıtların AT Standartlarında yani EURO-93 Normlarında üretilmesi ve otomotiv sektörünün gerekli teknolojik değişimleri tamamlaması hedefiyle, Türk Otomotiv Sanayii'nin Avrupa Topluluğu'nda 1993 yılında yürürlüğe giren EURO-93 otomobil Egzoz Emisyon Standartlarına geçişini içeren bir Uyum Programı ve Otomotiv Sanayii Çevre Deklarasyonu 1993 yılı sonunda OSD ile Çevre Bakanlığı arasında imzalanmıştır.


25 Ocak 1995 tarih ve 22182 sayılı Resmi Gazete'de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından "Trafiğe İlk Defa Çıkacak Motorlu Araçlar İçin Egzoz Gazları Emisyon Değerleri Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ" yayımlanmıştır. Bu tebliğ, yurt içinde yerli üretilen veya yurt dışından ithal edilen, trafiğe ilk defa çıkacak her nevi yolcu ve yük taşıyan, tarım traktörleri ve tek izli araçlar dışındaki araçları kapsamaktadır. İthal edilen motorlu araçlarla, yurt içinde imal edilecek araçların egzoz gazı emisyon değerlerinin kontrollerine ilişkin esaslar yukarıda belirtilen tebliğ ile belirlenmiştir.




Dizel Taşıtlar; Araç Yük Ağırlığı 3.5 ton ve daha büyük araçların hepsinin ECE R 49.01 Standardına uygun şekilde üretimi yapılmaktadır. Avrupa Topluluğu ülkelerinde 1993 yılı başında yürürlüğe giren ECE R 49.02 (EURO I) Normu (TS 10623 olarak tercüme edilmiştir) egzoz emisyonları ve gürültü standartları yönünde çeşitli sınırlamalar getirmektedir. AT ülkelerinden bazıları 1.10.1993 tarihinden itibaren ülkelerinden transit geçiş yapacak veya mal getirip götürecek nakliye araçlarının gürültü ve egzoz emisyonları açısından EURO I Normuna uygun olmasını şart koşmakta ve bunun resmi bir belge ile tevsikini istemektedir. Ülkemizde üretilen araçların EURO I normlarındaki gürültü düzeyini elde ettiği, egzoz emisyonlarında ise 1994 yılı içinde sorunu çözümleyecekleri bildirilmiştir.


Yukarıda belirtildiği şekilde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın Trafiğe İlk Defa Çıkacak Motorlu Araçlar İçin Egzoz Gazları Emisyon Değerleri Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğine göre Araç Yük Ağırlığı (AYA) 3.5 ton (dahil) ve daha yukarı olan araçların dizel motorlu olanlarından, partikül değerlerinin tespitinde Birleşmiş Milletlerin yayımladığı Regulasyon 24 ve bu tebliğ ekinde belirtilen partikül sınır değerleri aranacaktır.


Üretilen benzinli ve dizel araçlarda yukarıda belirtilen sınır değerlerinin ölçülmesi ve değerlendirilmesi için bağımsız, tarafsız bir laboratuvarın kurulması gerekli bulunmaktadır. Bu laboratuvarın ayrıca AT ile Gümrük Birliği dikkate alınmak suretiyle AT koşullarına göre kurulması ve Avrupa Topluluğuna akredite olması zorunlu bulunmaktadır. Fakat böyle bir laboratuvar henüz kurulamamıştır.




III. Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Önlenmesi:


Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğinin 10.Maddesi uyarınca; çalışmaları ve yapısı itibarı ile insan sağlığı ve çevre üzerinde önemli olumsuz etkisi olan sanayi tesisleri bu Yönetmelik gereği emisyon izni alması gerekmektedir. Yine bu Yönetmeliğin aynı maddesi ile Bakanlığımız emisyon izni verilmesi sırasında yetkili kuruluşa görüş bildirmekle yükümlü kılınmıştır. Bu madde gereğince izne tabi tesislerin emisyon izin dosyaları Bakanlığımıza gönderilmekte olup, bu dosyalar incelenerek görüşler yetkili mercilere (Sağlık Bakanlığı, Valilikler ve Büyükşehir Belediye Başkanlıkları) bildirilmektedir.


Yönetmelik uygulamaları haricinde hava kirliliğinin önlenmesi açısından sektörlerde faaliyet gösteren sanayicilerle gönüllü anlaşmalar yapılmasına önem verilmektedir. Bu anlaşmalara ilk örnek Bakanlığımız ile Çimento Müstahsilleri Birliği arasında imzalanan Çimento Sanayii Çevre Deklarasyonu'dur. Halen yürürlükte olan Deklarasyonun tam metni Gönüllü Anlaşmalar Başlığı altında yer almaktadır.


Bakanlığımızca demir çelik sanayi temsilcileri ile Demir-Çelik Çevre Deklarasyonu imzalanması çalışmaları devam etmektedir. Ancak Demir Çelik Sektörünün çevresel yatırımlarının ve üretim proseslerinin birbirinden farklı olması, eski teknoloji ile kurulmuş fabrikaların modernizasyonunun uzun zamana ihtiyaç göstermesi bu deklarasyonun hayata geçirilmesini zorlaştırmaktadır.




Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları


Dünya enerji sektöründe önceleri petrol krizine bağlı olarak gelişen arz kısıtlamalarına, sonraları çevresel etki ve çevreci baskıların eklenmesi, değişik enerji kaynak türlerini gündeme getirmiş olup, genelde temiz, çevre dostu ve yeşil enerji olarak adlandırılan “Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları”nı ön plana çıkarmıştır. Gelecek yüzyıl, bu tür enerji kaynaklarından faydalanmak için atılım yapılacak bir dönem olma görünümündedir. Yenilenebilir enerji kaynakları; başta hidrolik olmak üzere, jeotermal, güneş, rüzgar, biyokütle ve deniz kökenli kaynaklardır.


Ülkemiz, bilinen jeotermal kaynak potansiyeli açısından dünyanın yedinci ülkesidir. Ülkemizde yüzey sıcaklığı 40 0C ‘nin üzerinde olan 140 jeotermal saha vardır ve bu sahaların hemen hemen tamamı, merkezi ısıtmaya, seraların ısıtılmasına, bazı endüstri alanlarında ve kaplıca kullanımına uygundur. Bu sahalarda elektrik üretimine entegre olarak merkezi ısıtma veya jeotermal uygulamalar da gerçekleştirilmektedir.


Ülkemizde 20 MW kurulu gücündeki ilk jeotermal santral, Denizli-Kızıldere sahasında 1984 yılı sonunda üretime başlamıştır. Bu santralın 1996 yılı üretimi 84 Gwh olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, yapılan çalışmalara göre, ülkemizin muhtemel jeotermal toplam ısıl kapasitesi 31500 MWth olup, bunun da eşdeğeri üç milyon konuttur(100m2/konut). Ancak, bu değer muhtemel bir teorik potansiyele işaret eder. Jeotermal enerjinin çevresel etkileri çok azdır. Bunlar da bertaraf edilebilir


Jeotermal enerjinin kaynak bazında komple sistem yapısı ve özelliği, kullanımda da entegre bir tüketim alanı vardır. Jeotermal enerji, potansiyel tespit edilip kullanımına (işletmeye) başlandıktan sonra daha derinlerde açılacak kuyularla artırılabilen bir kaynaktır. Bu husus, pek çok özelliğinin yanında bununla ilgili özel bir yasanın olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bilimsel usul ve metodlarla gerekli faaliyetlerin yapılması halinde gerçek bir çevre dostu olan bu enerji kaynağı bazı önlemlerin devreye girmesi gerekir.


1973’deki petrol krizi, kömür ve petrol gibi enerji kaynaklarının giderek azalması yenilenebilir bir kaynak olan güneşten de yararlanmayı gündeme getirmiştir. Yapılan potansiyel belirleme çalışmaları ile ülkemizin yıllık ortalama ışınım şiddetinin 308 cal/cm2 gün (3.6 kWh/m2 gün ) ve yıllık toplam güneşleme süresinin ise 2640 saat olduğu saptanmıştır. 1996 yılında, güneş enerjisi üretimi yaklaşık 64 bin TEP civarındadır.


Sıcak su üretiminde kullanılan düzlemsel güneş kollektörleri, ülkemizde oldukça yaygın kullanılmakta olup, ticari ortama girmiş durumdadır. Yapılan projelerde tarımsal ürünlerin kurutulması, su ve hava ısıtıcı kollektörlerin geliştirilmesi konularına daha fazla ağırlık verildiği görülmüştür. Güneş enerjisinin diğer alanlarda kullanılmasına ilişkin çalışmalar ise henüz sınırlı düzeydedir.


Ülkemizin rüzgar enerjisi potansiyeli, mevcut verilerdeki yetersizlik nedeniyle bugüne kadar güvenilir bir şekilde hesap edilememiştir. Ancak, ülke genelinde olmasa bile Türkiye rüzgar enerjisi bakımından zengin yöreleri bulunan bir ülke konumundadır. Bugüne kadar süren çalışmalar sonucunda, yararlanılabilir doğal rüzgar potansiyeline sahip bazı alanlar belirlenmiştir.


Rüzgar enerjisinden elektrik üretimi ile ilgili olarak, Çeşme ve Ankara’da olmak üzere, sadece iki sistem mevcuttur. Ülkemizde YİD modeli kapsamında rüzgar santralı kurmak için yapılan başvuruların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu olgu da elektrik santrallerine talep olduğunu göstermektedir. Önümüzdeki yıllarda çeşitli rüzgar santrallerinin yurdumuzda da kurulacağı beklenmektedir.


Biyokütle kaynakları; bitki ve hayvan artıkları, enerji ormancılığı ürünleri ile orman ve ağaç endüstrisi atıkları, enerji tarımı (bir yetiştirme sezonunda ürün alınan enerji bitkileri), kentsel atıklar, tarıma dayalı endüstri atıkları olarak sıralanabilir.


Ormanlarımızda, resmi üretime yakın miktarda kaçak ağaç kesiminin yapılması nedeniyle, büyük oranda tahrip edilmektedir. Odunun kontrolsuz olarak tüketilmesi yalnızca çevresel bozulmalara sebep olmamakta, aynı zamanda önemli bir sanayi ve enerji hammaddesi de israf edilmiş olmaktadır. Bu durumun önlenmesi için son yıllarda üzerinde önemle durulan çözümlerden biri “Enerji Ormanları” dır. Ülkemizde, beş milyon hektar enerji ormanı tesisi yapılacak bozuk orman alanı olduğu tahmin edilmektedir.


Diğer taraftan, hayvan gübrelerinin biyogaz tesislerinde değerlendirilmesi sonucu elde edilecek biyo-gübrenin kimyevi karşılığı, toplam 2 792 000 ton/yıla ulaşmaktadır. Bunun elektrik enerjisi cinsinden değeri ise, yaklaşık olarak yılda 24.5 milyon kWh olarak kabul edilmektedir.


Çöplerin düzenli depolanması sonucu oluşan ve % 60 ‘a yakın metan gazı içeren gaz (landfill) önemli bir enerji kaynağıdır. Ülkemizde, son yıllarda şehirlerin katı atıklarının değerlendirilmesi amacına yönelik tesis kurma ve enerji üretimine yönelik hazırlık çalışmaları devam etmektedir. Katı atıklardan enerji üretimi tüm dünyada gelişme beklenmektedir.


Deniz kökenli yenilenebilir enerjiler; deniz dalga enerjisi, deniz sıcaklık gradyent enerjisi, deniz akıntıları enerjisi ve gel-git (med-cezir) enerjisidir. Söz konusu enerji grubu içerisinde en önemlisi, deniz dalga enerjisidir. Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen, ülkemizde deniz dalga konvertörleri ile bu enerjiden henüz yararlanılamamaktadır. Türkiye’de dalga rasatları ve bunlara ilişkin ölçüm verileri bulunmamaktadır. Ayrıca, tüm kıyılarda dalga enerjisi tesislerinin kurulması deniz trafiği, turizm, balıkçılık, kıyı tesisleri vb. nedenlerle olanaklı değildir.


Yenilenebilir enerji kaynakları arasında en önemli yeri hidrolik kaynaklar almaktadır.


Türkiye’nin yağış rejimi zaman ve yer bakımından oldukça düzensiz ve dengesizdir ve meteorolojik koşullara bağlı olarak her yıl önemli ölçüde değişim gösterme niteliğine sahiptir. Bu durumda, hidroelektrik üretimin de yıllara göre farklılıklar göstermesi kaçınılmazdır. Uzun yılları kapsayan meteorolojik gözlemlere göre yılda ortalama 643 mm olan yağışlar 501 milyar m3 suya karşılık gelmektedir. Bu ortalama değerin ancak 186 milyar m3’ünün çeşitli büyüklükteki akarsular aracılığı ile denizlere ve kapalı havzalardaki göllere doğru akışa geçtiği kabul edilmektedir. Akarsularımızın hidroelektrik potansiyelinin geliştirilerek maksimum faydanın sağlanabilmesi için bugünkü etütlere göre 493 adet HES projesinin inşa edilmesi gerekmektedir.


1997 yılı başı itibarı ile mevcut duruma bir göz atıldığında, Türkiye’de elektrik üretiminin yaklaşık %38.5’unun hidrolik kaynaklardan karşılandığı ve 124.5 milyar kWh olarak bulunmuş olan teknik ve ekonomik potansiyelin şimdiye kadar sadece 36.341 milyar kWh’lik bölümünün kullanıma sunulduğu görülmektedir. Yani, gelişmiş olan ülkelerin hemen tümünde bu potansiyelin büyük bir bölümünün değerlendirilmiş olmasına karşın, Türkiye’de işletmeye açılan tesislerle söz konusu potansiyelin ancak %29’luk bölümü hizmete sunulmuş durumdadır.




Hava Kirliliğini Önlemeye Yönelik Genelgeler


Sıra


No Tarih Sayı Konusu


1 25 Eylül 1992 08483 motorlu Taşıt Egzoz Gazları


2 22 Ekim 1992 92/1 Motorlu Taşıt Egzoz GazlarınınYol Açtığı Kirliliğin Önlenmesine İlişkin Tebliğ


3 24 Mayıs 1993 1993/1 Yakıt Programları


4 9 Kasım 1993 1993/2 Hava Kirliliği Kontrol Tedbirleri


5 19 Eylül 1994 1994/10 Kış Sezonu Hava Kirliliği Kontrol Tedbirleri


6 13 Ocak 1995 1995/1 Isınmada Petrol Koku Kullanımının Yasaklanması


7 1 Eylül 1995 1995/7 Hava Kirliliği Kontrol Tedbirleri


8 23 Kasım1995 1995/10 Isınmada Petrol Koku Kullanımının Yasaklanması


9 14 Ekim 1996 1996/19 Hava Kirliliği Kontrol Tedbirleri


10 14 Mayıs 1997 1997/08 Çimento Fabrikalarının Denetlenmesi


11 27 Mayıs 1997 1997/09 Sanayi Amaçlı Petrol Koku Kullanımına Ebat Sınırı Getirilmesi ve Denetimi


12 10 Eylül 1997 1997/15 Çevre Kirliliği Kontrolu


13 24 Ekim 1997 1997/19 MotorluTaşıt Egzoz Gazlarının Azaltılması


14 6 Ekim 1998 1998/12 Hava Kirliliği Kontrolu




Gürültü


Ses insanlığın ilk yıllarından beri bir iletişim aracıdır. Bireylerin ve toplumların birbiri ile olduğu kadar, doğa ile de iletişimlerini sağlamaktadır. Esasen, temel beş duyudan biri olan işitme duyusunun sonucu olarak birey, diğer bireylerin yanısıra doğanın iletilerini de sağlamaktadır. Bu nedenle, insanlığın karşılaştığı ilk sesler, ileti taşıyan doğal seslerdir. Bunlar doğa sesleri (yağmur, gök gürültüsü, su sesi, hayvan sesi vb.) olduğu gibi bireysel veya toplumsal iletiler taşıyan insan üretimi sesler de (söz, şarkı vs.)olabilmektedir.


İnsan kulağı, doğal gelişimi sonucu bu doğal verileri algılayıp, değerlendirebilecek şekilde oluşmuştur. Bu işlemi yerine getirirken gösterdiği duyarlılık ve esneklik insanı şaşırtacak düzeydedir.


Kısaca "istenmeyen ses" olarak tanımlanan gürültü özellikle teknolojik gelişme, hızlı ve sağlıksız kentleşme , yüksek yapı blokları sonucu önemli boyutlara ulaşmıştır.


Gürültü havada bulunan partiküllerin ses dalgalarının etkisiyle sıkışıp genişlemesine bağlı olarak ortaya çıkan bir etkidir. Bu durum hava basıncı değerinin frekans ve şiddet farklılıkları yaratabilecek biçimde düşmesine yol açmaktadır.


Sesin iki temel özelliği; frekans ve şiddettir. Frekans saniyedeki titreşim sayısı olup birimi Hertz (Hz)'dir. İnsanlar genellikle 500-2000 Hz arasında konuşmaktadır. İnsan kulağı 20-20000 Hz arasındaki sesleri duymaktadır. Bu sınırın dışındaki sesler duyulmayabilir, ancak zararlı etkileri sürer. Bu seslerin düşük olanlarına infra ses, yüksek olanlarına ise ultra ses denmektedir. Kişide bulantı, huzursuzluk ve baş ağrısı yapabilmektedir. İnfra sesler genellikle teknolojiye bağlı olarak ortaya çıkan seslerdir ve en sinsi toplumsal etkiler infra sesler için sözkonusudur. Uçak ve diğer taşıt araçlarında meydana gelmektedir ve ağır vasıtaların kent sokaklarından geçişi sırasında binalardaki kişilere kolayca ulaşabilmektedir.


Sesin şiddeti ise; kulak kepçesine ulaşan sesin şiddetini tanımlar ve desibel (dB) olarak ölçülür. Debisel çizelgesinde 0 değeri sağlıklı insan kulağının işitebileceği en düşük ses seviyesini tanımlamaktadır .


Kulak 0-140 dB arasında sesleri algılamaktadır. 120 dB değerinde kulakta rahatsızlık 140 dB değerinde ise ağrı, kulak zarı yırtılması gibi etkiler ortaya çıkabilmektedir. Bu kulakta kalıcı zararların ortaya çıkması anlamına gelmektedir.




Gürültü Kaynakları


Endüstriyel uygulamalar, inşaat, büro çalışması, ev yaşamı ve rekreasyonel etkinlikler gürültü kaynağı olabilir. Endüstri ve teknoloji kaynaklı sesler giderek artış göstermektedir. Gürültünün tiz ve saf olduğu oranda, daha büyük zarar verdiği kabul edilmektedir.


Bazı ses ölçümleri dB(A) olarak ölçülmektedir. Bu değer kulağın frekans sensitivitesini esas almaktadır. dB(A) değişik frekans değerlerinin ağırlıklı olarak ölçümünü sağlamaktadır.




Gürültü Kontrolü


Sanayileşme ve teknolojik ilerlemeler beraberlerinde çeşitli sorunları da getirmektedir. Bu sorunların içinde giderek daha fazla önem kazanan gürültü, günümüzde mücadele edilmesi zorunlu bir duruma ulaşmıştır. Gürültü; insanların işgücü verimliliğini, fikir işçilerinden %60, beden işçilerinden %30 azaltmaktadır. Böyle ortamlarda çalışan insanların dikkatlerinin dağılması ve alması sonucunda iş kazalarında önemli artışlar olmaktadır. Sürekli gürültülü bir yerde kalma veya çalışma durumunda kalıcı işitme bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Böyle gürültülü yerlerde çalışan insanlarda, gürültünün şiddetine ve sürekliliğine bağlı olarak kulak çınlamaları, sağırlıklar, tansiyon yükselmeleri, yorgunluk, iş ve zihinsel etkinliğin azalması, uykusuzluklar, sosyal bozukluk ve bezginlikler görülmektedir.


Devamlı ve yüksek şiddetteki gürültünün sadece işitme ile ilgili bozukluklara neden olmakla kalmayıp, dinleme ve anlama güçlüğü, dikkat dağınıklığı, iş verimi ve konsantrasyonun azalması, uyku düzensizliği, sinirlilik, baş dönmesi gibi birçok olumsuz etkiye neden olduğu da bilimsel olarak açıklanmıştır. Bu etkileri aşağıdaki şekilde sınırlayabiliriz.




1) İşitme üzerine etkisi


a) Geçici eşik kayması


b) Kalıcı eşik kayması


2) Endokrin ve metabolik fonksiyonlar üzerine etkiler,


3) Hastalıklara karşı rezistans,


4) Üreme üzerine etkileri


5)Nörolojik etkiler


6)Biyokimyasal ve farmakolojik özelliklere etkiler


7) Uyku üzerine etkiler


8) Stres üzerine etkileri




Ses emici ve titreşimi azaltıcı bazı önlemlerle gürültünün azaltılmasına çalışılır. İşyerlerinde kişisel koruyucularla yapılan gürültü önleyici çabaların yanısıra, gürültünün kaynakta azaltılmasına yönelik önlemler de alınması gerekmektedir. Toplumsal gürültünün azaltılmasında ise aynı esaslar geçerlidir. Ancak kişisel koruyuculardan çok gürültünün kaynağında azaltılmasını ya da oluşan gürültünün konutlara ve işyerlerine ulaşmasını engelleyecek önlemler gerekmektedir.




Gürültü kontrolü 3 aşamada yapılabilir.


1) Kaynakta kontrol; Genel olarak gürültü kontrolü kaynağın,


a) Yapısal tasarım ve yapım,


b) İşletilme ve çalıştırılma (işleme tekniği, işleme zamanı ve süreler olarak)


c) Bakım ve onarım aşamalarında gerçekleştirilebilir.


2) Alıcıda kontrol ; dış kulak yoluna konulan poliüretan tıkaçlar düşük frekanslarda 25 dB(A), yüksek frekanslarda 40 dB(A) kadar seslerin şiddetinin azalmasını sağlamaktır. Kişisel korunmada en etkili yöntem kulaklıklardır. Düşük frekanslarda 30 dB(A), yüksek frekanslarda ise 50DB(A) azalma sağlanmaktadır.


3) Çevrede kontrol: Özellikle trafik gürültüsünün önlenebilmesi için alınan önlemler:


a) Yapı eleman planlaması


b) Bina planlaması


c) Şehir planlaması


-Yerleşim yerlerinin seçilmesi


-Yollarda ve yol kenarlarında alınan önlemler


-Bina grubu (komşuluk ünitelerinin) planlaması




Binaların yola uzaklığı ve yola göre yüksekliği gürültüden etkilenmesini değiştirebilmektedir. Binaların duvar özellikleri, çift cam gibi gibi teknik özellikler gürültüyü en az 30 dB(A) azaltmaktadır.


Yol ile bina arasında yaprak dökmeyen en az 30 metre genişliğinde bir ağaçlık alan bulunması, trafik gürültüsünün evlere ulaşmaması açısından çok yararlı önlem oluşturmaktadır. Ayrıca, termik santral baca gazı filtre artığı ile gübre fabrikalarının yan çıktısı kireç taşı ve cipsten imal edilebilen panellerin yol kenarlarında kullanılması ile "ses bariyeri" uygulaması yapılabilir.


Yol kenarlarına konulan perdeler ve engeller ile gürültü önemli ölçüde azaltılmaktadır.


Gürültü ile birlikte ele alınan bir diğer olumsuz etki ise vibrasyon etkisidir. Genellikle katı ortamda yayılan ve dokunma duyusu ile hissedilen düşük frekanslı ve yüksek genlikli mekanik titreşimlere vibrasyon denmektedir. Sinirsel ve kas iskelet sistemine olumsuz etkileri bulunmaktadır.


Kentlerde gürültü kirliliği tüm toplum bireylerinin katılımını gerektiren önemli bir sorun haline gelmiştir. Trafik araçlarının kornaları, fren ve motor sesleri günlük önemli bir stres etkenidir.


Kişilerin huzur ve sükunun beden ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesini sağlamak üzere, 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 14. Maddesine dayanarak hazırlanan Gürültü ve Kontrol Yönetmeliği 11 Aralık 1986 tarih ve 19308 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.


Yönetmelikte her türlü gürültünün önlenmesine yönelik tedbirler, gürültü sınır değerleri ve yasaklamalar bulunmaktadır. Daha detaylı bilgi için Yönetmelikler bölümüne bakın.


Gürültünün Önlenmesine İlişkin Genelgeler




Sıra No Tarih Sayı Konusu


1 23 Temmuz 1992 06841 Gürültü Kontrolü


2 19 Ağustos 1992 07514 Gürültü Kontrolü


3 23 Ekim 1992 09156 Gürültü Kontrolü


4 18 Temmuz 1995 1995/6 Gürültü Kontrolü


5 3 Kasım 1995 1995/9 Seçimlerde Çevre Kirliliğinin Önlenmesi


6 28 Mayıs 1996 1996/13 Gürültü Kontrolü, Denetim ve Cezai Müeyyideler


7 28 Mayıs 1998 1998/7 Gürültü Kontrolü

*
Academics Art History  Blogs - BlogCatalog Blog DirectoryAcademics Blogs - Blog Top Sites