Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ

Tevfık Fikret









Tevfık Fikret

1867-1915


Servet-i fünun’ un usta ve örnek şairi olan Tevfik Fikret, İstanbul’da doğmuş ve ömrünü bu şehirde geçirmiştir Annesini, küçük yaşta kaybetmiş (Fikret 12 yaşındayken hacca giden annesi,dönüşünde vebaya tutularak ölmüştü),babasında da uzak yaşamıştı Bu halde dayısı ve yengesi,ona sıcak bir şefkat gösterdiler Fikret 23 taşına gelince de kızları Nazime Hanım’la evlendirdiler


1881’de ,Galatasaray Sultanisi’ni bitirmiş olan Fikret,çalışkan bir öğrenciydi Sultanide, Recaizade Ekrem ve Mallim Naci gibi birbirine zıt iki karakter ve düşünüşte üstadlardan edebiyat okumuştur


Okuldan sonra kısa süreli bazı memurluklar yapan Fikret, bu işlere ısınmayıp çekildi Ömrü boyunca şiir yazdı ve öğretmenlik yaptı Robert Kolej’de Türkçe(1889’dan ölümüne kadar), Mekteb-i Sultani’ de Darülfünun ve Darülmuallim’ (1909-1910) edebiyat okuttu Aynı yıl Mekteb-i Sultani’ nin de müdürü bulunuyordu


Yazı hayatı Mirsad dergisinde başlayan Fikret 1849’ten itibaren yayımlanan Malumat dergisini iki yıl idare ettikten sonra(bilindiği gibi) 1896’da Servet-i Fünun’un başına getirildi Fakat Servet-i Fünun daha kapanmadan, arkadaşları ile bozuşarak Rumelihisarı sırtlarında,Robert kolej bitişiğinde bulunan Aşiyan’ ında yalnızlığa çekidi1900’ den 1908’e kadar süren bu dönemde Fikret,biraz daha kolej muhitine sığınmış olmanın verdiği güvenlikle istibdada karşı ağır ve karalayıcı şiirler yazmıştır Kolej’ in hediyesi olan Aşiyan’ ında ikamet ve burada öğretmenliğe devam etmiştir Bu sırada yazdığı lanetleyici şiirler elden ele dolaşmış ise de Fikret herhangi bir kovuşturmaya uğramamış,hiçbir baskı veya mahrumiyet de görmemiştir Kendisine ait olduğu bilinen bu ağır yergi şiirler ancak Meşrutiyet’ ten sonra basılabilmiştir


1908 Meşrutiyet’ i ,Fikret’e yeni umutlar ve silkinişler getirdi Bunalma halinde yazdığı manzumelere karşılık bu sefer yüceltici,onarıcı parçalar kaleme aldı Hatta ,eski dostu Hüseyin Cahid’in teklifi ille gazeteciliğe başladı Birkaç gün birlikte Tanin’i çıkardılar Fakat politikadan çabuk kaçtı tekrar yalnızlığa çekilerek, bu sefer verdikleri sözü tutmayan Meşrutiyet ihtilalcileriyle (ittihat ve terakki ) uğraşmaya başladı Doksan Beşe Doğru,Han-ı Yağma gibi sert hicivlerde onların payına düşenlerdir


Zaten hasta ve kırgındı Çok benimsediği Sultani müdürlüğünden, bazı sebeplerle istifa zorunda kalması,üzüntüsünü daha da arttırdı adı etrafında yerli yada yersiz çekişmeler sürüp giderken memleket de Trablusgarb ve balkan savaşlarının yıkımları içindeydi Üstelik hiç sebep yokken 1Dünya harbine girilmişti


Fikret ,ömrünün bu son deminde,siyasi ve sosyal bütün kuruluşlardan ümidini kesmiş,milletin asıl geleceği olançocuklar için şiirler düzenleniyordu Hece vezni ve halk şivesiyle yazılan bu güzel şiirleri Şermin adlı kitapta toplamıştır


Beden hastalıklarının verdiği maddi sancılar gibi ruh ıstırablarıylada harab olan şair,19 ağustos 1915’te vefat etti Mezarı Eyüp’teydi1960 yılında Rumelihisarı’ndaki Aşiyan ‘ın bahçesine nakkledilmiştir


Kişiliği


Edebiyatımızda pek az şair,tabiat ver mizacını Tevfik Fikret kadar şiirine yasıtabilmiştirSevgi ve nefretleri, kırgınlık ve sevinçleri,umutvebezginlikleri ,fazileti gururu,buğuz ve istihzası,elle tutulurcasına şiirden sezilirBu yüzden Fikret’in kişiliğini iyi tanımamız gerekirBu mizacın bir yanı ,aşağıdaki dörtlükle kendine göre ifadesini bulmuştur:


Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bal

Kendi cevvim,kendi eflakımda kendim tairim

İnhina , takv-ı esaretten girandır boynuma;

Fikri hür,irfanı hür,vicdanı hür bir şairim


Bu dörtlükte,önce bir güven ve övünmeyi andıran gurur ifadesi göze çarparGerçekten,Fikret’in çok etkili ve mağrur bir kişiliği olduğunu hatıra yazan bütün arkadaşları söylerlerHüseyin Cahid’e göre:”Hangi muhitte olsa Fikret temayüz edecek ve etrafındakilere otaritesini kabul ettirecektiFikret’in kuvvetli, bariz,ezici bir şahsiyeti vardı”Kaleme girdiği sırada arkadaşı olan biride şunları söylüyor:”Bilmem neden arkadaşlarımız Fikret’ten kaçınırlardıOnun öyle ezici bir vakarı vardı ki herkesi karşısında küçültür,herkesi kendisine hürmete mecbur ederdi” Rıza Tevfik ise: “Tevfik Fikret’in gayet müstehzi,hicivci ve arkadaşlarının herbirisine garib adlar takma alışkanlığında olduğunu”ProfMehmet Kaplan’a söylemiştirYahya Kemalde Tevfik Fikret’in “hırsını yenemeyecek derecede”kindar olduğunu “Portreler” de yazmaktadır


Yukarıdaki dörtlükten süzülen başka bir hava: meydan okuyuş ve itham etme, suçlama tonudurFikret,kendi karakterini överken, başkalarını kınamaktadıronca,çevrede yükselmek için iltimas dilenenler,her kötülük ve zulme boyun eğenler vardırKendisi onlardan olmadığını ve onlardan tiksindiğini övünçle ifade etmektedirBu gurur ve tavır ona ,birazda Amerikan kolej çevresinin verdiği güvenlikten gelmektedirHali vakti yerinde bir insan oluşu da ayrı bir sebep gibi düşünülebillir


Fikret’in 1901’den sonraki toplumcu ve ahlakçı şiirlerinde,bu meydan okuma ve kınama tonuna daha sık rastlarızÇünkü şair,İstibdat baskısı altında ,Saray’ı ,Babıali’yi ,aydınları,dindarları,basınıve herşeyi kire,pisliğe bulamış gibi görüp göstermektedirKendisi,bir vebadan kaçar gibi herkesten ve herşeyden uzak dururbu kötülükleri yok edemediğine göre yapabileceği”kahramanlık” bu pisliklere bulaşmamaktan ve belki gençliğini de bu “levs-i riya” muhitinden kurtarmaktan ibarettir,diye düşünmektedirBu meydan okuyuş Fikret’i karamsar meydan okuyucu haline getirmiştirÇevreden nefretini bir yığın şikeyet ve suçlamalarla anlatmıştırZaten,çok koalay küsen ve içine kapalı bir insandırİtham ediş ton ve şekli ile Fikret bazan çok ileri gitmiştirNefretlerini en olmayacak yerlere (mesela tarihe,atlara,Kur’an’a ve Allah’a(cc) kadar) götürdüğü olmuştur


Dörtlüğün ikinci mısraında”Kendi gök boşluğumda ve semalarımda kendim uçarım”diyerek inziva severliğinden hem aşırı fertçiliğinden,hemde kimseyi asla taklit etmeyen (orijinal) bir insan olduğundan söz etmektedir


Gerçekten onun “mizantrop” (insanlardan kaçıcı) olduğunu dostları söylediği gibi olaylarda göstermektedir1900 yıllarında Servet-i Fünün’u bir hiç yüzünden bırakmıştırYine 1908’de Tanin’den ,sebepsiz çekilmiştirYıllar yılı Aşiyan’ından çıkmamıştırDaha ilk memurluğudan başlayarak, hayatı istifalarla doludurBütün dostları ile sık sık darılmış, sonra pek azıyla barışmıştır


Fikret,tam ferdiyetçi ve kendi huyunda bir insandırBu konuda sık sık ve açık iddialı konuşmaktadırNitekim “Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin!” mısraı da bu huyunun güzel bir düstur halinde ifadesidirHürriyet ve ahlak tutkunu hayli de zor bağlayıcı ve müsamahasız mizaçta bir şair olarak Fikret daima yalnız başına olduğunu sezmiş ve sezdirmiştirOna göre kendisi doğru yoldadır,başkaları sapmıştırpeşinde gidilmeğe değer hiç kimse yok; belki yalnız kendisi vardır, İzler adlı şiirinde bir çetin yoldan tek başına geçtiğini anlatır:


Yürüdüm biraz güç, biraz bihuzur

Dikenlik, çetin, taşlı bir sahadan;

Önüm bir yokuş, hep çakıl, hep diken;

Yürüdüm fakat ben muannit, sabur


Basardım geçip birtakım izlere

Eğildim, biraz dikkat ettim yere

Bu izler benim,hep benim izlerimdi


Baş tarafa aldığımız dörtlüğün:”Eğilmek,boynuma esaret halkasından daha ağır gelirFikri,irfanı,vicdanı hür bir şairim”diyen son iki msraında Fikret’in kesin ahlaki ve medeni cesrareti görülmektedirGerçekten Fikjret,asla taviz vermeyen bir ahlak öncüsü emelidedirBunu daima biraz tiyatromsu,büyük jestlerle belirtmiştirDaha İstişare Odası’ndaki ilk memurluğunda, kendisi(ne) toptan ödenmek isteyen maaşlarını:”Çalışıp hak etmediğim bir parayı alamam!” gerekçesiyle reddetmiştirEşine ve çocuğuna bağlı mazbut bir babadırHiçbir işte prensiplerinin dışına çıkmamış,çıkartmak isteyen olursa derhal işi bırakmıştır Ahlak zayıflığını kimsede bğışlamadıktan başka; herkesin ahlakından şüphe eden bir yaratılışı da vardır


Tevfik Fikret ,gerçekten “fikri,irfanı,vicdanı hür” bir şair olmaya çalışırken her türlü kayıt ve şartı ve hatta mukaddes kavramları dahi hiçe sayabilmiştirİçinde yaşadığı dönemin, devletçe ve milletçe mevcut inceliklerine aldırmadan,din ,tarih, vatan gibi konularda ağzına gelen aykırı ve en aşırı şeyleri söylemekten dahi sakınmamıştırDost, ahbap hatırı şunu bunu incitmek tasası gütmeden konuşmuş ve yazmıştırİstibdat devrinde elden ele dolaşan şiirler söylemiş, fakat kendisine dokunan olmamıştırBu hal,onun cesareti kadar”istibdat” dedikleri devrin musamahasını da göstermektedirİttihat ve Terakki’nin zalimleşen idaresini, hiçbir devirde kolay kolay yutulmayacak, ağır sözlerle hicvetmiştirBunları yaparken az çak”Kolej muhiti”nin güvencesi altında bulunduğunu düşünmemiz bile üzüntü verebilirFakat, herşeye rağmen tavırlarını beğensek de, beğenmesek de Fikret’in medeni cesareti arayan, bunu da ne yazik ki ecnebi çevrelerde bulabilen bir değer olduğunu anlamak durumundayız


Kendisini anlatan, yukarıdaki dörtlük doşında mizaç özellikleri şöyle sıralanabilir:


Fikret son derece alıngandırMantığından ziyade hisleriyle yazar,konuşur ve davranırDuyguları pek sık değişir Sevgisi ve nefreti hep aşırılarda dolaşırBu yüzden şiirleri hücümlar,atışlar ve geri dönüşler ile doludurÖmrünün uzunca bir çağında dindar,hatta sofu, daha sonra dinsiz olması böyle izah edilebilir


Fikret, derin ve sistemli bir düşünceye ulaşmış değildirGörüşleri derleme(ekletik) hissini vermektedirŞiirlerinde fikir çelişmelerine sık rastlanır


Fikret, edebiyatımızın en karamsar şairidirHayatı, kendine ve yakınlarına zehir etmiş, çağına lanetler yağdırmıştırSürekli ıstrap çeken bir insan görünüşü Servet-i Fünün’daki şiirlerinden itibaren göze çarparToplumcu şiirlerinde, şahsi üzüntülerine milletin ıstrabı da karışmaya başlamıştırÖlümüne yakın günlerde yazılmış bazı şiirlerinde bütün insanlık adına yakınmaları da görülürŞiirlerini tema sırasıyla Fikret, ferdi’den sosyal’e oradan da beşeri’yen yönelen bir ıstrap şairi olmuştur


Şiirlerini çoğuna dekor olarak gece veya akşam gibi karanlık saatleri ve sonbaharı seçmiştirHer şaire mutluluk veren “İlham Perisi”bile Fikret’i ezip perişan eden bir eziyet timsalidirNitekim onu:aşıklarını öldürmedirçe vuslata ermeyen Kleopatra’ya” benzetirBu peri, “en seçme şiiri, bööyle eziyetlerden sonra mukafat olarak” şaire vermektedirFikret, ölümü bile yaşamaya tercih eder gibidirYaşamak bazen sırf vazife olurGörülüyor ki, bugün kü edebiyatta,”bunalım denilen şeyi Fikret, pek derinliğiyle yaşamışıtırBu öldürücü, zehirleyici duygu, biraz soyundan, fakat daha çok vücüdundaki hastalıklardan(şeker ve romatizmaya müptela idi) ve zamanın havasından gelmektedir


Fikret’in mizaç özelliklerinden biri de intizima, biçime, dış görünüşe olan titizliği idiAynı zamanda ressam olan Fikret Aşiyan’ının planının bizzat yapmıştıEvinde, odasında, masasında, bir eşyanın düzensiz durmasına bile katlanamazdıİnsanları da dış görünüşlerine bakarak değerlendirirdiSözgelişi, Recaizade’yi şu bakımlarından beğenmektedir:


“Recaizade Ekrem, edebiyat hocamız olmuştuBizde memnuniyete nihayet yoktuEkrem, saçını sakalını tarayışı, oturuşu, kalkışı, selam verişi ile canlı bir edebiyat muallimi idi


Muallim Naci’yi sırf görünüşüne kızarak lüzumsuz şekilde kınamaktadır:


“Yerine Naci Efendi tayin edildiHiç unutamam, ilk derse geldiği gündüBoyunbağı bir tarafa gitmiş, ceket yerine giydiği sof,birkaç renk olmuş,skalı bıyığı birbirine karışmış,geniş bir gülümseme ile kapıdan girince soğuk bir duş yapmıştık


Görülüyor ki yüzyıllar boyu içe, derinliğe, rintliğe, ruh zenginliğine değer veren felsefemizin aksine Tevfik Fikret dışa bağlı, şekilci bir inklap anlayışının hayranı ve yol göstericisi olmuşturServet-i Fünun’un bu şekilciliğine karşı Ziya Gökalp ve Yahya Kemal’in yeniden öz’e dönüşleri görülecektir


Fikret’in bu aşırı biçim merakı şiirlerine ise, önemli, üstün bir unsur katmıştır:vezinde, nazımda, kelime seçişte, mısraları kümelendirişte son derece kaygılıdırNitekim Yahya Kemal’den önce şiir üstüne büyük titizlikle çalışan ilk avrupai şairimiz Tvefik Fikret olmuştur


Onun mizaç tablosunu tamamlamak için, bir de hayalseverliğinden söz etmemiz gerekir İçinde yaşadığı hakiki alem (yani İstanbul), maddi manevioylumuyla onu sıkmaktadırbu yüzden ya romantik tabiatin koynunda ya hayal aleminde yahut uzak dünyaların bir yanında kendine sığınaklar aramaktadırİstibdat devrinde bir aralık, Yeni Zellanda’ya kaçmayı veya Manisa’da bir dostlarının çiftliğine yerleşmeyi, arkadaşları ile ciddi ciddi kurmuşlardırFikret’in Amerikan Koleji’nde daima öğretmenlik yapmasıda bir çeşit kaçış ve sığınıştırO, “kirli,geri ve çirkin” farzettiği ve maalesef hakaretler yağdırdığı bizim muhitimizden, Batı medeniyetinin küçük bir “sitesi” saydığı Amerikan muhitine kaçıp sığınmıştıHatta Hüseyin Cahid’e yazdığı bir mektupta”Bugün say ve irfanım tebdil-i tabiyet ediyor” (Bu gün çalışmam ve kültürüm başka bir devletin uyruğu oluyor)gibi incitici cümleler bulunması Türk çevresinde acı tepkiler doğurmuşturMehmet Akif’in onunla kırıcı bir polemiğe girişmesinin sebebi de budur


Ama bütün bunlar, fazilet ve hataları ile bir şairin mizacı meslesidirBelki Fikret ekmeğinini kazanmak olsa yahut bütün ömrü boyunca İstanbul’da oturacağına, birkaç seyahat yapma imkanı bulsaydı,bukadar içimne kapanmaktan kurtulur, nefrette ve sevgide daha ölçülü olurduAma temenniler ve dilekler hiçbirşeyi değiştirmezFikret “hayatı bir mizaç aynasından yansıtmış” olan sayılı sanatçılardandır


SANATI


Tanzimatçılar, nazım ve nesir ayırmaksızın her türde eser vermeye çalışan çok yönlü kişilerdiBuna karşılık Servet-i Fünuncular tek türde veya bibirine yakın türlerde yazdılarEle aldıkları türde daha özenilmiş, iddialı ve daha güçlü eserler vermeye çalıştılarKimisi romancı ve hikayeci,kimisi de şair olarak en ileri gitmek, en güzel yazmak aşkı içindeydi


Tevfik Fikret de böylece, yalnız nazım alanında kalmıştırnesirler Servet-i Fünun dergisindeki birkaç makaleden, tahlil ve hatıra parçasından ibarettirBu yüzden Fikret’in sanatı denince akla şiirleri gelecektir


Fikret’in şiirleri tarih sırasıyla ve konularıyla birinden ayrılan dört öbekte toplanabilir:


a)İlk denemeler, b)Rübab-ı Şikeste şiirleri, c)Haluk’un defteri, ç)Şermin


Ölümünden sonra yeni yazı ile Tevfik Fikret’in yazı ve eserleri şu isimlerde yayımlanmıştır:


Tevfik Fikret’in şiirleri(Cevdet Kudret,1956-1968), Rübab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri ve Tevfik Fikret’in Diğer Eserleri(Fahri Uzun 1962), Tevfik Fikret, Kırık Saz Kitabı(AMuhip Dranas, 1975), Tevfik Fikret’in Dil ve Edebiyat Yazıları(İsmail Parlatır, 1987)


İlk denemeler


Tevfik Fikret’in gençlik şiirleridirİlk heveslerini, Divan şairlerine nazireler yazarak gidermiştirBiraz sonraki (15-16) yaşlar gazellerinden Muallim Naci ve Muallim Fevzi etkileri görülürDaha sonra Reccaizade Ekrem ve AHamid’in tesirlerine girerBu sırada ileride yıldırımlar yağdıracağı Sultan Abdülhamit’e kasideler bile yazmış hatta Mirsad dergisinin “Sitayiş-i Hazret-i Padişahi” konusunda açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanmıştır


Fikret, ilk şiirlerinde aşk ve tabiat üzerinde fazlaca durmakta ve iyimser görünmektedirEski edebiyattan alınmış mecazlara ve oyunlara, bu şiirlerde sık rastlanırHazırlanış döneminin sonlarına Malumat dergisine yazdığı şiirde Batı edebiyatı ile ilgilenmeğe başlamıştırFransız şiirinden yaptığı tercümeleri ile üslubunu geliştirmeğe çalışan genç şair, manzumelerinde resme dayalı mecazlarada fazlasıyla yer vermektedirKainatı timsaller arkasından görerek konuşma sentaksına yakın anlatma deneyişlerine girişmiştir


RÜBAB-I ŞİKESTE


Fikret’in verimli çağında(1895-1900) çoğunlukla Servet-i Fünun’da yayımlanan şiirlerini toplayan bir kitaptırMirsad ve Malumat dergilerinde çıkan şiirlerin birazını da Eski Şeyler başlığı altında bu kitaba eklemiştir Gerçi Fikret, 1900-1908 arası istibdada karşı yazıpta yayımladığı ,Sis, Bir Lahza-i Taahhur gibi şiirlerini, Rübab-ı Şikeste’nin ikinci baskısına(1910) eklemiştirAncak bunlar,kitabın genel havasının dışındadırAdı geçen şiirler Rübab-ı Şikeste ile Haluk’un Defteri arasında bir köprü kurarlarDaha çok, ikinci kitabın havasına uyarlar


Rübab-ı Şikeste’deki şiirler Servet-i Fünun akımının havasını sağlayan örnek şiirlerdirBu mazumelerde “Sanat için sanat” görüşüne sımsıkı bağlanmış, aşk, aile, his, düşünce, tabiat, merhametgibi tekçi temalar işlenmiştirŞair, ancak seçkinler için edebiyat yapabileceğini düşünmekte ve Osmanlı Türkçesinin üç dilli zengin sözlüğünden bol bol faydalanmaktadır


O sırada Mehmet Emin Yurdakul, halkın ve köylünün dertlerini anlatan Türkçe Şiirlerini yayımlamıştırFikret ise M Emin’in o tarz toplumcu ve sade şiirlrini küçümsemektedirSeçkinler için olan şiiri halkın anlamasından bir fayda olmadığını hatta zarar bulunduğunu düşünürOnca maddi sıkıntılar altında ezilmiş olan “avamın” hisleri incilirse, bu hayattan nefret edebilirŞiirde halkçılığa ve halk diline şaşılacak bir inatla hücüm ederek büsbütün aristokrat perdesinden konuşmaktadırBöylece nazari planda sosyal hatta beşeri görüşleri ileri süren, Fikret somut (müşahhas) halk kütlesi hakkında hiç de iyleiyici fikirler taşımamaktadırBu konuda gerçekten halkçı ve halk adamı olan Akif’ten iyice ayrılmaktadırHalkın bir şiir ve felsefe duygusu taşıdığını 700 yıl önce sezip onların dili olmuş bulunan Yunus Emre’den ise büsbütün habersiz görünmektedirHalkçılık fikrini yalnız birtakım, otomat insan yığınlarını gütmek, onları zorla çalıştırmak, tepeden inme emirlerle yönetmek manasını alan daha sonraki birtakım “ilerici-devrimci!” zümrelere Fikret bilmeyerek öncü olmaktadır


Aşağıya alacağımız edebi görüşün altında halkı hor görücü aristokrat ve bürokrat zihniyetinin yankısı “Veli Dayılar” gibi bir tabirden kolayca anlaşılabilecektir


“Bugün, mesela Veli Dayılar için, sırf onların anlayacağı gibi bir yazı dili tasavvur edemiyorumZaten ümmiler için muharrir yokturAmalar için resim yapan musavvir olmadığı gibiNe yalan söyleyeyim,Osmanlıcanın bugünki şu hali, şu ahengi bana o kadar hoş geliyor ki, değiştirmeye kıyılamaz sanıyorum


Tanzimat ruhuna ve bugünkü halkçı milliyetçi yüzde yüz aykırı olan bu görüşler Cenap Şehabeddin’in, Servet-i Fünun estetiğini anlatan fikirlerine ise tıpatıp uymaktadır:


“Bizce maksat, yazdığımız eserlerin “güzellik” idirNe yapıyorsak, eserlerimizi sanatın hedefi olan “hüsn-i mücerred”e (soyut,salt güzellik) ulaaştırmak için yapıyoruzFen, felsefe,ahlakBizce maksat değildirBiz fesefi veya ahlaki fikir için manzume yazmalıyız;fakat güzel bir manzume yazmak için felsefi veya ahlaki fikri kullanırız


ŞERMİN


Tevfik Fikret ömrünün son yıllarıda,hece vezni ve sade Türkçe ile çocuk şiirleri yazdıFikret, bu manzumeleri, eğitimci dostu Satın Bey’in ricası ile yazmıştırBirlikte bir çocuk yuvası açmak ve çocukları bu kitabtaki esaslara göre yetiştirmek istiyorlardıYuva açılamadı,fakat Şermin kitabı edebiyatımızda bir değer olarak kaldı


Fikret’in eğitim ve öğretmenlik sevgisi, bütün hayatınca görülürÖmrü boyunca devam etmeyi hem nüfüz, hem de teselli sebebi bilmiştirHaluk’un terbiyesi üzerinde çok durmuşturKolej’deki öğretmenliğine Galatasaray Sultanisi’nde bir yıl, cidden başarılı örnek bir müdür olmuşturŞiirlerinin çoğunda(Mavi Deniz,Haluk’unBayramı)çocuk ruhunu iyi tanıdığı görülür


Haluk’un Defteri’nde gençliğe seslenen Fikret, Şermin de daha temellere gitmeğe çalışırBurada çocuklara telkin etmek istediği fikirler özet olarak:


Çocuklara iş zevki, sanat zevki, ahlak ve okuma zevkşi aşılanmalıdırHer iyi iş biraz alın teri ister”Alet işler el, öğünür” sözü yanlıştır Araçlar, insan ve gayret sayesinde çalışırlar Ayrıca çocuklara bir çalgı öğreterek,ruhlarını inceltmelidir Çocukların zihninden batıl inançları sökmek gerekirUmacı, öcü gibi şeyler yokturTabiatı sevdirmeli,yoksullara acıma duygusu verilmelidirFikret ne yazık ki Şermin’de de,manevi, dini inanç duygularının lüzumunu belirtmemiştirO inançları hor gören materyalist anlayış, “Milletin Şairi” olmak isteyen Fikret’in türk halkını, tarihi, coğrafi, manevi şartları içinde tanımamasından doğan köklü eksikliktir


BİÇİM VE MUHTEVA ÖZELLİKLERİ


Servet-i Fünun şiirinin biçim ve muhtevası(içerik) hakkında bildiğimiz şeyler, büyük ölçüde Tevfik Fikret’in eseridir


Şiirlerdeki ahenk bakımından Fikret’in nazımı nesre yaklaştırdığı genel bir görüş halindedirAncak, bu hal onun zamanında makbul sayılmıştırYakın arkadaşı Halid Ziya, onu “nesr-i manzum” yarattığı için övmektedirFikret mısralarında nesir cümlesinin öğelerini titizlikle korumuştur ama, sentaksına aynı zamanda bir heyecan ve ahenk koymasını bilmiştirMısraya kattığı canlılık ve hareket, söz seçimi kelime dizini ve kafiyelerine verdiği önem bakımından edebiyatımızda az görülen bir kudret sahibidir


Mecazlar yönünden Fikret, şiirimize yenilik katmıştırBütün his ve düşüncelerini birtakım timsaller ve mecazlarla anlatırRessam oluşu dolayısıyla,dış alem, eşya ve renklerle çok ilgilidirBu yüzden tasvire büyük önem verirKullandığı isim ve sıfat tamlamaları bile küçük birer, çevre ve hayalin tasviri gibidir Sıfat tamlamalarında eşya ve olaylara alışılmamış renk ve biçimler kattığı görülürMesela “Ziya saçlı dilber”, “sütbeyaz deniz” gibi Haşim’i andıran hayalleri vardırMaddi şeyleri manevi yapan(öksüz ufuk,vefasız gece,pür neşe ekinler) veya manevi şeyleri maddileştiren (siah kanatlı hayaller, sefalatin sarı yüzü, aksak bakış) Cenap Şehabedtin gibi onda da çoktur


Temalar bakımından Fikret’te hayal-hakikat zıtlığı baş yeri tutmaktadırayrıca hüzün, keder, karamsarlık, acıma, aile sevgisi, millet, vatan ve insanlık düşünceleri, Fikret’in şiirlerini arkadaşlarından ayırırHamid ve Ekrem’den sonra Fikret, şiir konularını biraz daha genişletmiştir


Tabiat sevgisi ve şiirlerine tasvirden bir dekor yapma eğilimi onda sık görülürAncak ele aldığı tabiat, gözlemden ziyade hayale(bazen tablo ve kartpostallara) dayanmaktadır Aveng-i Şuhur takım şiirinde olduğu gibi çok kez tabiat manzaralarını insan timsaliyle gösterirTabiat onun dertli gönlü için bir teselli kucağıdırDenize bakarken “mavi bir gözün kalbimin elemlerine ağladığını” sanır


Tevfik Fkret’ten şiirler


BAHAR-I TERANEDAR


Saba eser gusun-ı ter

Ki, mürg-i aşka lanedir

Fısıldaşır süküt eder

Bu bir güzel teranedir


Akar çağıl çağıl o su

Ki bağlara revanedir;

Meler başında bir kuzu

Bu bir güzel teranedir


Çoban kaval çalar anın

Hayatı şariranedir;

Güler perisi tarlanın

Bu bir güzel teranedir

(Rübab-ı Şikeste Eski Şeyler)


BALIKÇILAR


-Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder,

Bugün açız yine; lakin yarın ümid ederim,

Sular biraz daha sakinleşirNe çare, kader!

-Hayr sular ne kadar coşkun olsa ben giderim,

Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur;

Zavallıcık yine kaç gündür hasta

-Olur

Biraz da sen çalış oğlum,biraz da sen çabala;

Ninen, baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz

Çocuk düşündü şikeyetli bir nazarla: -Ya biz,

Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz?

Hala

Dışarda gürleyerek bir ordu gibi

Döverdi sahili binlerce dalgalar asabi

-Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın,

Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme

Açınca yelkenini, hiç bakma, oynasın varsın;

Kayık çocuk gibidir, oynuyor mu kaydetme,

Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira

Deniz kadın gibidir: hiç inanmak olmaz ha!

Deniz dışarıda uzun sayhalarla bir hırçın

Kadın gürültüsü neşr’eyliyordu ortalığa

-Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi balığa?

-O gitmek istedi sen evde kal diyor!” diyor

-Ya, sakın

O gelmeden ben ölürsem?

Kadın bu son sözle

Düşündü kaldı;


-Yarın yavrucak nasıl gidecek?

Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin

Düğümlü, ekli çürük ipleriyle uğraşarak

İlerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak

Şırak dövüp eziyor köhne teknenin şişkin

Siyah kaburgasınıAh açlık, ah ümid!

Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid

Eliyle engini güya işaret eyleyerek

Diyordu: “Haydi, nasibino dalgalarda, yürü!”

Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; “Yürümek,”

“Nasibin işte bu!Hala gözün kenardaYürü!”

Yürür, fakat suların böyle kar-ıhiddetine

Nasıl tahammül eder eski, hastaa bir tekne?

Deniz ufukta, kadın evde muhtazırölüyor:

Tehi, kaza-zede bir tekne karşısında peder

Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor;

Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler

(Rübab-i Şikeste)



MİLLET ŞARKISI


Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre;

Dağrandı mübarek vatanın bağrı sebebsiz

Birlikte bulmalıyız derdine çare;

Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz


Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,

Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol!


Gel kardeşim, annen sana muhtaç, ona koşmak

Koşmak ona, kurtarmak o bi-bahtı vazifen

Karşısında göğüs bağr açık ölgün, yatıyor bak;

Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven!

Her an o güzel sineyi hançerliyor eller;

İmdadına koşmazsak eğer mahvı mükarrer

Zülmün topu var, güllesi var, kul’ası varsa,

Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;

Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa

Sönmez edebi, her gecenin gündüzü vardır

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;

Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol!

Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi?

Yok, kalmadı haşa sana zillet pederinden

Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi;

Silkin, şu mezellet tozu uçsun üzerinden

İnsanlığı pa-mal eden alçaklığı yık, ez

Billah yaşamak yerde sürüklenmeğe değmez

Haksızlığın envanını gördükBu mu kaanun?

En gamlı sefaletlere düştükBu mu devlet?

Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun

Artık yeter olsun bu deni zulm ü cehalet

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;

Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol!

( Rübab-i Şikeste)


Sis

Servet-i Fünun nesli, hayat karşısında genellikle bedbin bir nesildir Eserlerinde derin bir melankoli vardır Realiteden nefret eden Servet-i Fünuncular , ruhlarını tabiat, aşk ve hayal ile avutmaya çalışırlar Mizacı dolayısıyla Fikret , bu kötümserliği hepsinden daha kuvvetli duyar ve ifade eder Hüseyin Cahid'in bir yazısı üzerine mecmua kapanıp zümre dağılınca, arkadaşlarına çeşitli sebeplerle küskün olan Rüba-ı Şikeste şairi, Aşiyan'ında derin bir yalnızlık ve ümitsizliğe gömülür Sis'i bu esnada ve bu ruh hali içinde yazar Gizli olarak, bir ihtilal şiiri gibi elden ele dolaşan manzume, ancak hürriyet ilan edildikten sonra yayınlanır

Sis'i yazıncaya kadar bedbinlik ve ümitsizliğini umumi hayat temi ve bazı sembollerle ifade eden Fikret, Sis ile, bütün ızdıraplarının kaynağı saydığı "İstanbul" a döner Daha sonra kaleme aldığı Tarih-i Kadim şiirinde aynı karanlık görüş, bütün insanlık tarihine yayılır Fikret, Meşrutiyet'ten sonra umumi coşkunluğun tesiri ile ümit verici bazı prensiplere ulaşır Haluk'un Defteri ile Şermin'de bulduğu yeni inançları anlatır

Sis şiirinde Fikret'in kötümserliği, İstanbul'un maddi manevi bütün varlığına karşı duyulmuş kuvvetli bir nefret halinde kendini gösteriyor Türk edebiyatında İstanbul, ilk defa Sis ile menfur ve mel'un bir şehir olarak ele alınmıştır Fikret'ten önce İstanbul'dan bahseden Türk şair ve yazarları, onu hiçbir zaman böyle toptan bir nefret konusu yapmamışlardır Eski Türk edebiyatında Nedim ve Nabi İstanbul'u yüksek bir medeniyet ülkesi olarak tavsif ettiler Onların bu davranış tarzı, hayata siyasi bir gözle bakmamış olmaları ile açıklanabilir Fakat eserleri siyasi ve sosyal tenkitlerle dolu olan Tanzimat yazarlarında da nefret duygusu, bütün bir şehre, bir maziye ve bir medeniyete yayılmaz

Fikret'in bu "mel'un şehir" görüşünü, batılı yazarlardan,bilhassa Abdülhamid devrini,İstanbul

un dekoru ile beraber korkunç bir şekilde tasvir eden muharrirlerden almış olması çok muhtemeldir Galatasaray ve Kolej muhitinde yabancılarla yakın temasta bulunan Fikret'in onların umumiyetle Şarka , Osmanlı İmparatorluğu'na ve İstanbul'a bakış tarzlarını benimsemiş olması da mümkündür

Fikret'in İstanbul'a bakış tarzı, kendisinden sonra,Meşrutiyet ve ilk Cumhuriyet devirlerinde Türk edebiyatına çok tesir etmiştir İstaiklal mücadelesi esnasında ve bilhassa Ankara'da yeni bir hükümet kurulduktan sonra, İstanbul, ahlak sukutunun, çöken bir devir ve medeniyetin timsali haline geldi Yakup Kadri, Sodom ve Gomore adlı romanında, İstanbul'u bu şekilde gösterir Yahya Kemal'in Osamnlı tarihine ve İstanbul'a dair yazmış olduğu güzel şiirler,aradan geçen hadiselerle dolu zamanın da tesiriyle, Sis ile ortalığa dağılan karanlık görüşü dağıtmıştır

Sis şiirinin kuvveti, sadece Fikret'in nefret duygusunun şiddetinden değil, aynı zamanda sanatının hususiyetinden ileri gelir Bütün Servet-i Fünun edebiyatı gibi Fikret'in şiiri de resmin tesiri altındadır Parnasyenleri ve Goncourt Kardeşler'i örnek tutan bu nesil,bir manzarayı, bütün teferruatına kadar tasfir etmekten ve ona bir ruh hali vermekten hoşlanıyor Bu teknik, bu konuları daha çok genişletir, derinleştirir ve şiirin tasfir gücünü arttırır Cenap Şehabbetin'in Elhan-ı Şita da karın yağışına bu metodu nasıl tatbik ettiğini gördük! Cenab'ın tekniğine musiki fikri hakim olduğu halde,Fikret'inkine daha ziyade resim fikri galebe çalar

Sis, Servet-i Fünun edebiyatının başlıca ifade mekanizmasını teşkil eden şu esasa dayanıyor: Dış dünya ile ruh hallerini birleştirmek;başka bir deyimle maddiyi manevi,maneviyi maddi kılmak Fikret, Sis'te,İstanbul'un maddi unsurlarını şehrin ruhunun dış görünüşü olarak tefsir ediyor Buna paralel olarak bu ruhun bazı hususiyetlerini maddi ve müşahhas bir şekle sokuyor Şiirin umumi kuruluşu da pittoresk(resme has) bir karakter taşır Burda geliştirilen unsurlar, Namık Kemal veya Abdülhak Hamid'de olduğu gibi, mücerret bir düşüncenin gelişmesi veya kafiye tesadüflerinin eseri değil, resme göre ayarlanmış bir düzene bağlıdır

Başta, sis ve arkasından hayal-meyal seçilen şehir tasvir olunmuştur Daha sonra şehrin şairde bıraktığı umumi intiba, maddi güzellik ile ahlak çöküşünü birleştiren "güzel fahişe" imajı ile anlatılıyorBunu,kuleleri,sara yları,kubbeleri,mina releri,medreseleri,mahkemeleri ,servileri,mezarları ,sokakları,meydanları,damları, evleri ile şehrin mimarisinin tasvir ve tefsiri takip ediyor Nihayet, onun bozulmuş ruhundan ve insanlardan bahsediliyor Bu geniş, kasvetli, karanlık, köhne, kokuşmuş manzaranın üzerinde sis , tekrar edilen "örtün" beyti ile nefret ve lanet dolu bulutlar gibi dolaşır Gözleriniz, önümüze serilen bu korkunç tabloyu dehşetle seyrederken, kulaklarımız,şairin bıkmadan tekrarladığı korku, nefret ve merhamet dolu "ey" nidaları ile doluyor Fantastik bir manzaraya, ağır ve boğucu bir musiki refakat ediyor

Sis şiiri, bir tek hakim duygunun tesiri altında kaynaşan ve aynı duyguya iştirak eden bir sürü teferruattan mürekkeptir Bu teferruat, ayrı ayrı işlenmiştir Fakat onları incelersek, muayyen unsurların çeşitli şekillerde tavsifini buluruz

ruz Fikret' in şiirinin iç yapısını anlamak için, teferruatı nasıl işlediğini daha yakından görelim:


1 Şiirin başında sisin anlatıldığını söylemiştik Fikret burada sisin maddî görünüşü ile manevî tesirlerini tasvir ediyor Sisin maddî görünüşü "dûd-ı muannid", "zulmet-i beyzâ","bir tozlu ve heybetli kesâfet benzetmeleri ile anlatılıyor


Psikolojik tesiri, bakılmaktan korkulan bir uçurum gibi gösteriliyor Şehir "bir sahn-ı mezâlim"e, sis "derin bir sütre-i muzlim"e benzetiliyor Aynı unsurun çeşitli imajlarla tasviri Fikret' in şiirinin başlıca hususiyetini teşkil eder Yalnız bu imajlar, hâkim duygunun emrindedirler; onu ifade ederler


2 İkinci kısımda tem şehrin bıraktığı umumî intibadır Şehir "sahne-i garrâ","sahne-i zî-şâşaa-i hâile-pîra","şâşaanın, kevkebenin mehdi, mezarı" gibi küçük benzetmelerle tavsif olunduktan sonra , on üç mısra devam eden "güzel fâhişe" imaji ile tasvir ediliyor Servet-i Fünuncular "sanat sanat içindir" prensibi müdafaa ediyorlar, estetik meselelerden nazarî olarak bahsederken güzellik ile ahlâkı birbirinden ayırıyorlar, birincisini ikincisinden üstün tutuyorlardı Fikret' te de kuvvettli bir estetizm vardır Fakat onda üstün gelen taraf, daha ziyade ahlâk duygusudur Sis'de bu davranış tarzı pek bellidir İstanbul' un güzelliğini itiraf eden Fikret, ahlâk çöküşü dolayısıyla ondan nefret ediyor Fikret' in bu "kirli fâhişe" imaji üzerinde bu kadar fazla ısrar etmesinin sebebi budur


Hâricden, uzaktan açılan gözlere süzgün

Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün

Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis


mısralarında, şâir, güzellik ile ahlâk arasındaki tezadı kuvvetle belirtiyor Fikret' in bütün hayatında bir "kire bulaşma korkusu" vardır Maddî veya manevî kirlilik onda daima derin bir tiksinti uyandırmıştır Bu kısımda "levs" kelimesini, şehrin yüzüne tükürür gibi tekrarlaması, onun bu tarafını kuvvetle belirtir:


Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde

Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffü'


Bu kısımda da aynı temin çeşitli imajlar ve tabirlerle tekrarı Fikret' in uslûbunun başlıca hususiyetini teşkil ediyor


3 Üçüncü kısımda, her mısrada şehrin mimarîsini vücuda getiren unsurlardan biri ele alınıyor Fakat bütün bu unsurların tefsiri, tek bir görüşün ayrı ifadeleri gibi ele alınabilir Fikret' in İstanbul' un mimarîsini tefsir tarzı, hâkim duygusuna bağlıdır Başka şairler, aynı mimarî unsurlarını ayrı bir açıdan görmüş ve değerlendirmişlerdir Meselâ Nedim, bir kasrı anlatırken ı,onu bir ilkbahar gibi takdim eder:


Ey âlem-i misâlin seyyâh-ı hûşyarı

Hiç kasr suretinde gördün mü nevbahârı


Mehmed Âkif, İstanbul camilerini derin vecdle seyreder Yenicami için:


Sanki ummân-ı bekanın ezelî bir mevci

Yükselirken göğe donmuş da kesilmiş inci


der Yahya Kemal' in şiirlerinde İstanbul mimarîsi, dinî ve bediî bir gözle tasvir olunmuştur Fikret' in tasvir tarzı korkunçtur Ona göre kuleler "kanlı", saraylar "kal'alı, zindanlı",sütunlar "bir dîv-i mukayyed", surlar "dişleri düşmüş sırıtan kafiledir" dir Bu arada kubbelerden "şanlı mebânî-i münâcât", minârelerden "doğruluğun mahmil-i ezkâr"ı diye bahsederse de, bunlar umumî manzaranın karanlığı içinde kaybolur ve küçülürler Şehrin harap ve zavallı manzarası şâire daha çok tesir eder "Sakfı çökük" medreseler, mahkemecikler, "servilerin karanlık gölgelerine sığınmış" "geçmişlere rahmet" diyen mezar taşları, çamurlu ve tozlu eski sokaklar, uykulu, her deliği bir vak'a saklayan, şerir yatağı virâneler, kapkara damlarıyle mâtemi temsil eden eski ve ölü evler, her biri bir leyleğe, bir çaylaya vatan olmuş, yıllarca zaman beri tütmek bilmeyen, meraretle somurtmuş ocaklar Bütün bu manzara, çökmüş ve ölmüş bir cemiyeti temsil eder Fikret' in bu tasviri yaparken ne kadar kendi psikolojik temine, kötümserliğine bağlı olduğunu anlamak için Yahya Kemal' in "fakir Üsküdar'ı anlatan Hayal Şehir şiiri hatırlanmalıdır Tarihe ve dine karşı büyük bir sevgi duymayan Fikret, İstanbul' un başka taraflarını görememiştir


4 Bu şehri böyle sukut ettiren âmiller nelerdir? Sis'in son kısmında şâir, bu suale cevap veriyor Bu şihri dolduran insanların ruhu çürümüş, ahlâkı bozulmuştur Bu şehirde açlık korkusu ile her alçaklığı yutan insanlar yaşar Onları böyle yaşamaya sevkeden âmil, "her şeyi gökten dilenen tevekkül"dür Bu insanlar tabiatın kendilerine "en âmâde ve mün'im bir fırsat" vermiş olduğunun farkında değildirler "Din-tabiat","Tanrı-insan" tezadını ihtiva eden bu görüşü Fikret, Meşrutiyet'ten sonra, daha fazla geliştirdi Allah'a inanan ve güvenen insan fikrine karşı, kendine ve tabiata inanan ve insan fikrini ortaya koydu Onu göre istikbali yaratacak olan Halûk böyle bir tip olacaktı


Fikret'in son kısımda ele aldığı bir fikir de istibdat; "havf-ı müsellâh" (silahlanmış korku) ve onun tesirleridir Abdülhamid, korktuğu için milleti sindirmiş anayasayı ortadan kaldırmıştır Yüksek tabaka onun etrafında korku yüzünden iki kat olmuştur Ordu ve memur sınıfı (seyf-ü kalen) siyasi mahkum derecesine düşmüştür Memleket meselelerine karşı kayıtsız olan gençlik kadın peşindedir Baştan sona kadar nefret hissi ile dolu olan Sis, hicranlı annelerle,kimsesiz ve avare çocuklara karşı merhamet hissi ile sona erer Merhamet temini Fikret daha önce yazmış olduğu bir çok şiirinde ifade etmişti

Sis şiirinde Fikret, Meşrutiyet'ten önceki sanatının en yüksek noktasına erişir Hayattan nefret duygusu,teferruatına kadar işlenmiş bir tasfir ve musiki Rübab-ı Şikeste'nin başlıca hususiyetlerini teşkil ediyordu Sis ile Fikret, esas temini ve sanat vasıtalarını sosyal plana aktarmıştır Sis'in üslubu evvelce de işaret olunduğu gibi, Servet-i Fünuncuların "pitoreks ve müzikal üslup"ideallerine tamamiyle uygundurOnların yabancı kelime ve terkiplere düşkünlüklerinin başlıca sebebi de budur Varlıkları ayrı ayrı tasvif ve tasvir endişesi, onları sıfat ve isim tamlamalarına götürüyor Farsça terkip mekanizması, küçük imajlara bir bütünlük veriyordu Dil musikisi de onlara yabancı kelimeleri sevdirmiştir Sis'in mısraları ayrı ayrı incelenirse, bunlarda bir sürü fonetik oyunları görülür Mesela şu mısralarda " s " ünsüzlerine önem verilmiştir:

Perverde eden sine-i meshuf-ı sefâhet

Temsil eden âsûde ve fersûde mesâkin

Te'sis olunurken daha bir dest-i hıyânet

Şu mısralarda "a" ünlüsü ile "y" ünsüzü bir araya toplanılmıştır:

Virâneler,ey mekmen-i pür-hab-ı eşirrâ

Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ

şu mısrada "h" ünsüzü hakimdir:

Ey havf-ı müsellah ki hasâratına râci'

Bu örnekler daha çoğaltılabilir Fikret de Canap gibi şiirlerini fonetik bakumdan işliyorduÜç dilin lügatını ve gramer kaidesini içinde toplayan "Osmanlıca", bu ince ve karışık estetiğe çok elverişli idi

Namık Kemal ve Ziya Paşa'da, mücerret fikirlerin mezin ve kafiyeye sokulmasından ibaret olan sosyal şiir,Fikret'te çok müşahhas ve sanatkarane bir şekil almıştırOnda bahis konusu olan artık "prensipler" ve "hikmetler" değil, hayattan alınma "sahneler" ve "manzaralar"dırFikr et düşünce ve duygularını canlı tablolar haline koydu ve onlara hitabete elverişli, heyecanlı bi sentaks ve musiki verdi

Hazırlayan: MaNiaC CoDer

1119 10-TM-C

Bu ödev MaNiAcCoDeR’ın bir amme hizmetidir


*
Academics Art History  Blogs - BlogCatalog Blog DirectoryAcademics Blogs - Blog Top Sites