Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ

Nihat Behram Hayati Ve şiirleri









NİHAT BEHRAM hayatı ve şiirleri




1946 yilinda Kars’ta dogdu Ortaögrenimini Haydarpasa Lisesi’nde tamamladi Gazetecilik Yüksek Okulu’nda ögrenimini sürdürürken Ceza Yasasi’nin 141, 146 ve 246 maddelerine aykiri eylemde bulundugu savi ile tutuklandi Bir buçuk yil tutuklu kaldi Serbest kaldiktan sonra Vatan gazetesinde, Güney Yayinlari’nda çalisti 12 Eylül 1980’den sonra ülke disina çikti Dönmesi yolundaki çagriya uymadigi için vatandasliktan çikarildi 17 yillik politik sürgünden sonra 1996’da yurda dönebildi Ilk siirleri, Soyut, Yordam, Yeni Gerçek, Halkin Dostlari dergilerinde yayimlanmisti Sonra sürekli olarak Ataol Behramoglu ile birlikte çikardiklari, Militan’da yazdi



LEYLİM HALAYI


Bu ne güzel kürt kızı

ha leylim bu ne güzel kürt kızı

Yanakları kırmızı

ay aman yanakları kirazlardan kırmızı

Sakınmadan uçurumdan geçerim

kavuşması yolum olsun

sakınmadan uçurumdan geçerim

Taşta bitsin incitmeden biçerim

sarmaşıklı ay bakışlı bu kızı

taşta bitsin incitmeden biçerim

Oy gelin

Dudakların menevişli yanağında gül benin

Bir sarımlık soluyayım dur gelin

Oy gelin

Oylum oylum düşlerimi oyalayan toy gelin

Koynumdaki çırayı yaylım yaylım tutuşturan tay gelin

Bu ne güzel kürt kızı

yâr aman bu ne güzel kürt kızı

Bakışları yüreğimin sızısı

kuş sürüsü bakışları yüreğimin sızısı

Kanatlanıp doruklarda uçarım

kavuşması yönüm olsun

kanatlanıp doruklarda uçarım

Çölde kalsam sele dönüp geçerim

yuymak için duymak için bu kızı

çölde kalsam sele dönüp geçerim

Oy anam

derdim var dertten iri

Ay aman yüzü nar nazı yaman

bu gelin kimin yâri

SONUÇTA ACIDIR YÖNETEN AŞKI


Sevinci arıyor ve

buldukça

yavrusuyla suya inmiş suna gibi coşuyorsa da

sevdadan sevdaya koşarken insan

sonuçta acıdır yöneten aşkı

Gök ve toprak arasındaki boşluğun

gizemli sesini topluyor düşlerimize

içimizdeki mıknatıslar

istesek de unutamadığımız kimi anılar

ya da bir türlü ulaşılmayan arzularımız

onların tığlarıyla örüyor ömrümüzü;

aynı yürekte aynı gece

tutkunun ve nefretin anlık çırpınışları

cesaret ve korkunun izinde oynaşıyor

erinç ya da keder

aynı yürekte aynı gece

dönüşsüz hızıyla yarışıyor zamanın;

kınsız, duraksız geçiyor dakikalar

gün bekletmeden doğuyor;

nazlanan kendini nazıyla oyalarken

öpülenin, koçulanın hazzıyla pırıltılı

alarıp, tanyerinde şavkıyor ışık;

sevinç duyulduğunca harlı

acı solunduğunca azgın

ve aşk - ki tanrısı da, kulu da insan -

ateşten ve dumandan yavruluyor onları;

ilk öpüşün tadından kaynayan pınar

sonsuzluk duygusuyla akıyorsa da

sonuçta acıdır yöneten aşkı

Dağların da bir ruhu var rüzgârın da;

gurur, özgüven ve sadakat

sınıyor kendini yıldızlarla, alnında dorukların;

ister bahar tütsün ömrün telinde, ister güz

kanatları kıpır kıpır esen seher yelleri

durmaksızın uçarı, durmaksızın tutuşkan;

çığlar ya da uçurum, kökler ya da tomurcuk

neyin ruhu çınlarsa çınlasın sinesinde insanın

sonuçta acıdır yöneten aşkı

Doğuyor ve ölüyoruz

göğün ve toprağın bir toplamı olarak

sonsuzluk sadece düşteki ışıltımız

ve sadece sevdayla varılmış sevinçte balkıyor hayat

duyulan - ki kolları da olsa dallarınca ormanın

yar koynunda bal süzene az gelir - onun yankısı fakat

yarasını yarayla saranda ancak

sesini bulan

söylenmiş söylenecek bütün şarkılarıyla

sonuçta acıdır yöneten aşkı

İNTİKAM ALIR GİBİ


Candaki tılsımından, kana hız veren nabzın

rüzgarla sağnağın şafaktaki dansından

sudaki pırıltısından alkım sırlı sedefin

kozadaki ipeğin mahzun ışıltısından

damıttığım hıncımla

intikam alır gibi sıyırdım seni

külden, kirden, irinden

insanı soluksuz bırakan karanlığından umutsuzluğun

ihanetin süslenip tutkunun yolunduğu

yozluğun şan diye sunulduğu o caddelerden;

sindikçe sinsi

tozdukça moloz

ininden o kuduz şatafatın

intikam alır gibi sıyırıp seni, kendimin kıldım;

bir de samanyolu, bir de ay

bir de ateşböcekleri vardı benimle

zümrüt

yakut

yakamoz

Sevincin peteğinde güvelenmiş acının

kinin, küfün, soluşun

uluyan gözdağına boyun büken duruşun

pasın, sisin, sönüşün

coşkuyu sığlaştırıp soysuzlaşan dövüşün

ağından, kovuğundan

intikam alır gibi sıyırıp, saldım seni ufkuma

yudum yudum arıttım;

dalların ilk filizlerini okşayan körpe bahar güneşi

ışıktan tülüyle gizli gizli koruyordu kalbimi

toprağın ilk ılıman buğusunda çiçeklenen fulyalar

ikiziydi ağzımda yanan ıslaklığın;

bir de uğurböcekleri, bir de kumrular

bir de meltem vardı benimle

ıtır

reyhan

nektar

Üzüm taneleri bırakıp dudaklarına

intikam alır gibi bağrımdaki yaradan

ısırıp ısırıp, tadıyla oyalandım kıvranışının;

ne sevinç evcildi o an

ne tenimiz mahrem, bölüşmesiz;

bir de turna sürüleri, bir de sülünler

bir de yıldız kaymaları vardı benimle

yanardağlar

çıralar

çakmaktaşları

intikam alır gibi kaderimden

böyle dövmeseydi eğer

öfkemi nabzım

ne hayat canımda özünce balkır

ne aşk huyunca çınlatırdı benzimi;

dağ deli

dal divane

özlemim zehrim olur

ufalanıp, sulara dağılmış mercan gibi

süzülür, dökerdi inceliğini içimdeki gelincik

Sessiz, sevimsiz, teslim olmuş ne varsa

intikam alır gibi tek tek her birinden

döv nabzım, haz ile avaz ile, döv ki bağrımı böyle

olur da pusuya düşersem bir gün,

kuşlanıp, düşlenip yol bulur kalbim

YENİLGİ


Ah susuşu o saf yüreğin

ah, acısı acemi çocukluğun

düş kırıklığı, coşkudaki bozgun

Ah yenilginin yorgun kısrağı

kendi içini kavuran kızgın ateş

bekleyişe bağlanan umut, tasası haykırışın

Ah, ardı ardına kenetlenen ölüm

ah, hıncı sabırla bezeyen sır

yazmadaki sırması ağlayışın, tırnaklara oturan kan

Sanki delirmenin eşiğindeyim

boş bomboş gözlerine gömülmüşüm bir köpeğin

mısırların süt taneleri, kestanelerin

bademlerin daha olgunlaşmamış

suyla susuzluk arası kayganlığında

aranıp duruyorum kendimi

Ey yangınlarda patlamaya hazırlanan merak

ey içimi ekşi sularla çalkalayan baş dönmesi

ıssız ıpıssız boşluğu aysız gecenin

ölümle yaşamak arasındaki şerit

naneler, kekikler, ebegümeçleri

ve şifalı bulutu kaynar kükürt deresinin

çekiyor altımdan nemli döşeğimi

Ah, yürekleri toprağa saplanan arkadaşlarım

ah, oğlakların, tayların, buzağıların

acı otlarla kararan damakları

akşamları barut kokusuyla dönsem de odama,

sancısı: çaresiz seyrettiğim ölümün

Ah, bir kere daha kederliyim

ah, çılgın bir aşkın kollarında incelen bıçak

seni öperek bilemeliyim

BİR AŞK ÖNCESİNİN SIZISI


Ah yine mi gönlümde benim

kuş uçar yana yana

su akar döne döne?

Filizlerin yaralısı aşkların

sır-sınır tanımayan düşleri

yine mi sarmış teni

asmalarda sürgünlerin belalısı işlere?

Gizleyemem:

bir yanım duruşundan sığırcık

bir yanım bakışından tomurcuk

Bilemedim nasıl oldu:

kayıp gitmiş yüreğimin yarısı

ardı sıra çiçeğine goncalandı büyüsü

Dahası var:

talan olur, yalan olur

yeşermeden yolan olur diye diye

ötesini- berisini soramadım kimselere düşümün

yazılarım- sızılarım saklı kaldı içimde;

bir kez olsun duruşunu saramadan ölür isem

suç benim!

"Boşver!" dedim:

eli- günü düşünecek an değil

yaralanan benim canım kime ne;

dudağımda kıvılcımın irisi

Korktuğum şu:

ürkütürsem kavuşamam, ayışığı kirpikleri incinir;

gücenirse barışamam, bu dert beni bitirir

Kısacası:

yoncalara oyalanmış gözlerinde

usul usul uçuşan kelebeksi o gülüş

saçlarında esin kuşun yavrusuna

yuva yuva kıvırcık

sesler beni köşe- bucak huyuna

Neyleyim ki:

şu ömrümde doyamadı hasretlerin sürüsü

gide- gele yol üstünde kanarım;

ne gurbette ne sılada duruldum

ona yanarım

ÖZLEMİN KADAR


Toprağın iştahıyla dallardan

kuruyan yaprakları topluyor rüzgar

üşüyen çocukların teniyle kelebekler

sindi solgun çiçeklerin dibine

göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar

tel tel sıyrılıp bulutlardan

göçtü uzaklara

yaz bitti

Nasıl isterdim, ah yazgımı değiştirmek

öpüşür gibi sessizlikle

su içen bir ceylanın

halka halka dudaklarından

çakılların, yosunların köpükteki nazına doğru

başıboş

akıp gitmek bir derede

Zift ve kemik arasında sıkışıp

ezilmiş filizin uğultusuyla

taşıdığım ruhumdan utanarak

otları dinliyorum

ne başka sızım olsaydı keşke

ne başka sözüm artık

kaçsam, kaçıp gitsem buralardan

kederi beni daha fazla boğmadan

uzağında bulandığım kırların

Koynumda özleyişin kusursuz ürpertisi

güvercinlerim

ve ömrüm sıra huylarıma dolaşan

çocukluk günlerimdeki telaş

ah, sadece şiirle yaşasaydım

giziyle düşteki ışıltının

dallara kuşlar ve sincaplar kadar yakın

gülüşleri dolunnay

öpüşleri sarmaşık

güzelimi her sabah

salkım salkım leylaklar

yağmur ve gonca kokusuyla anarak

En yüce yaratıktı oysa

ateşi ve sevdayı bulurken insan

yazık ki artık

bir kelebeğin titreyişleri kadar olsun

sahici gelmiyor bana

sorsalar, söyleyemem yeniden

hangi şehrin renkleri gökyüzünün dengidir

ya da yolununca gönlündeki sümbülü

küskün öten bülbülün

derdini kim üleşir;

çölden kopan rüzgar bile

ufkunu böylesine onulmaz

böylesine arsızca ağılayan insandan

daha kumsuz daha nar

Çaresiz dinecek bu çile bir gün

tırnak ve nasır gibi ruhumda katılaşan

bereketsiz bu kalabalıktan

soluyup alacak beni duldasına doruklar

durulaya kurulaya büyütmek için

yeni doğmuş kuzuların sesiyle

toprağını kayalardan emziren hızıyla yaylaların

Güzelim, serçeler mi taşıdı sana

bahçelerden, çimen çimen

karadut oyası zülüflerini

çiğdem tüten gamzeleri omuzlarına

kırdan mı sardın

yad ellerden esen yelde sevdalın mı var?

Unutma: hiçbir şey yakışmıyor kalbime özlemin kadar

YİNE DE GÜLÜMSEYEREK


Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız

yıldırımlarla ağmış,

ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış

kaburgamız,

dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir

uçurumlar,

yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin

yaşından

incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;

şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş, sesimizde sendeleyen bir keder,

uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;

ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin

Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet

çiçek için,

neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,

yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın

yürek için;

şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,

yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,

kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin

zehrini;

ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın

iksiri

Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,

ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,

şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,

şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak

kadar delik

üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;

ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,

bakışımız lekesiz

Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,

ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz

değişmemiş,

hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;

şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,

ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,

kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar

inildesek açlıktan;

ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından

Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz

ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,

bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;

şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,

nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış - Bizi eşkıya soymamış abi

muhabbet yıkmış!

SUDA YİTEN AYIŞIĞI


Kırk sevginin baygınıyım - belki de yüzkırk -

yine de yalnızlık yalazlanır kırık kalbimde

Otların tutuklusu

haylazı ağzım

şimdi tutlusu kara suların

Her şeye yeniden başlayabilseydim eğer

aşkımı acıyla anmazdım artık

Ben ki delisiyim suların, oysa bu sular

çöl rüzgarı kadar bulanık

Akar gibi geçiyorum dünyadan, ısınıp bakınmadan,

sarhoş

sıkılgan

sırılsıklam

Kırk diyarda kırkbin öpüşün bitkiniyim

dudağında kırkbin kekik tadı kamaşır

yine de kalbim ısırgan mı ısırgan

Eşini çağlayana kaptırmış balığıyım bu nehrin

aydır, geceden beri dişlenmiş kelebeğin

her sabah ağzımda ölümüyle buluşan

SIĞINAK


Yedeğimde hep bir şiir olmalı

Korusun diye beni,

Sarsın

Solusun diye

Yedeğimde hep bir şiir olmalı

Dileğimce değiştirebildiğim

Değiştikçe beni de değiştiren

Yüreğimle sindiğim,

Kimsenin bilmediği,

Acısına başka acı

Sevincine başka sevinç değmemiş,

Canım gibi

Yok etmek hakkını kendimde gizlediğim

Ömrümce çılgın, gönlümce engin,

Yeni doğmuş bebeklerin sesiyle

Yankısı ufkuma dokunurcasına yakın

Soluğumda kıvılcım, dudağında gül

Yaşamaya düğümlü,

Goncalar kadar körpe

Dalgalar kadar hırçın

Kavuşmamız olanaksız birine sakladığım,

Mahrem, bağışıksız,

Mazlum bir şiir


Yedeğimde hep bir şiir olmalı;

Çırpındığım geceler

Yetişip yatıştıran

Esinlenip dindiğim,

Duygusu sağılmamış,

Üşüse soluverecek,

Pürüzsüz, bir başına incecik,

Gülüşü gülüşüme denk, andıkça parıldayan

Andıkça parıldadığım,

Kanmayan, kandırmayan;

Öfkesi kirlenmemiş,

Zehri gibi kendi hayatımın

Ayrılık yaralarını sarılır sanmış,

Sürgün, ürkütülmüş,

Üzgün bir şiir

Yedeğimde hep bir şiir olmalı

Yuvasında ilk kez uçan serçe gibi telaşlı,

Şafakta kuzulamış karaca gibi baygın,

Ulaşınca çılgınlığa kırılan dallarda ömrün

Yanarak uğuldayan

Yanarak uğuldadığım

Yine daldım da kendi düşüme

Hasretin kanayışı bitermiş sandım

Beni şiirler bağışlasın

İNSAN Kİ HASRET KADAR


Aşksa:

sağır da olsa dile döner seslenir

Düşse:

eni sonu suya düşer ıslanır

Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir

hangi dal sürgün verir ezildiği yerinden?

( Dolunaydı Dağların buğulandığı,

toprağın yoncalandığı aydı Öpsem,

yaralanır sandığım

çiçekler kadar körpeydi bahar

Bir yanım sazınca külhan,

yağız, civan, atmaca;

bir yanım nazınca uslu,

suskun, ıssız, utangaç,

savrulup savrulup sokaklara

söylediğim şarkılar

süsüydü ömrümüzün,

yitince bulunmaz zenginliğimiz

Ne güzel günlerdi ah

ne güzeldin gençliğim

gönlümü tarih düşüp

ömrümce yol gözledim,

yazık ki sen beklemedin )

İki derde yenik düştüm ne çare:

biri aşk

biri düşten düşe sızım sızım yüreğim

Taşa çaldım derdimi,

taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdim;

güle sardım kendimi,

gül kurudu derdim azdı yürüdü

İnsan ki hasreti kadar:

belki bin sevda bin ayrılık

fakat

bir aşk bir intihar

bir ömre ancak sığar

ŞİMDİ BİZ SEVİŞİYORSAK


Şimdi biz seviyorsak

yakarışlarla sarsılıyordur dünya

ateş ve yutkunuşu

yığarak kalbin billuruna

Şimdi biz seviyorsak

oynaşır buzağılar çayırlarda

elleri terli doğar çocuklar analarından

altında bir dağ gibi durulur gökyüzünün

anlam bulur çılgınlıklar ve ağlayışlar

Şimdi biz seviyorsak

– ki gönlümüzde cömert bir başdönmesi gezinir –

fısıldaşır camlardaki buğu

aşkın gülümseyişi başkalaşır

bulup çıkarır koynundan

yaradılışın kalkanını

İşte dal gibi endamı sevgimizin

gırtlağımızda huysuzlanan acımtırak titreyiş

işte gövdemizi fırlatarak girdiğimiz kavga

adımlarımızdan boşalan korda sarsılan toprak

Şimdi biz seviyorsak

– ki grevlerden

dövüşerek kuşatılan halktan öğrendik bunu –

ayrılığın olduğu kadar kavuşmanın

güvenin

verimli gürültünün yazlarını taşırız dünyaya

Çünkü biz sevişiyorsak

çırılçıplak işçileri var demektir sevginin

BULGAYSAİR

http://WWWFORUMTURKANET


*
Academics Art History  Blogs - BlogCatalog Blog DirectoryAcademics Blogs - Blog Top Sites