Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ

Sürdürülebilir Yaşam


SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM


KONULAR


Sürdürülebilir Tarım


• Tarım Topraklarının Günümüzdeki Durumu


• Su ve Su Ürünlerinin Günümüzdeki Durumu


• Hayvancılığın Günümüzdeki Durumu


• Sürdürülebilir Tarım İçin Gerekli Koşullar


Sürdürülebilir Ormancılık


• Ormanların Günümüzdeki Durumu


• Ormanlardan Yararlanma ve Ormanları Koruma Yolları


Sürdürülebilir Meracılık


• Meraların Dünyadaki ve Ülkemizdeki Durumu


• Meraların Kullanımı ve Korunması


Özet


ARAŞTIRMA KONULARI


Aşağıdaki soruların yanıtlarını araştırınız.


1. Günlük yaşamınızda kullandığınız tarımsal ürünlerin yetiştirilmesi sırasında


yararlanılan maddeler ve araçlar nelerdir?


2. Tarımsal ürünlerin yetiştirilmesi sırasında kullanılan gübre, ilaç vb. gibi maddelerin


üretime etkisi nedir? Araştırınız.


3. Çevre Ekonomisi kavramı size ne ifade etmektedir? Araştırınız.


4. Çevrenizdeki orman alanlarından insanlar hangi amaçlar için ve ne ölçüde


yararlanmaktadırlar?


5. Dünyada en çok orman bulunan ülkelerin orman varlıklarıyla ekonomik zenginlikleri


arasında bir ilişki var mıdır? Araştırınız.


6. Meraların bir bölgedeki üretime katkısı neler olabilir? Araştırınız.


2


SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM


Tarım Topraklarının Günümüzdeki Durumu


Eldeki bilgilere göre halen dünya nüfusu yaklaşık olarak 5,8 milyar


dolayındadır. Bu sayı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Hızlı nüfus artışı, ister istemez


ilk planda akıllara besin güvenliği sorununu getirmektedir. Kullanılabilen doğal


kaynaklar, bunların potansiyelleri ve üretim güçleri düşünüldüğünde, artan nüfusun,


bütün insanlığın besin güvenliğini ciddi olarak tehdit etmeye başladığı görülmektedir.


Bugüne kadar çiftçiler, üzerinde tarım yapacakları arazileri bulmada ve onları


üretime hazırlamada ustaca yöntemler kullanmışlardır. Tarım alanlarında sulama,


teraslama, kurutma, nadasa bırakma ve kıyıları doldurarak toprak elde etme gibi yollarla


belli ölçüde de olsa herkese yetecek kadar ürün elde edebilmişlerdir. Bu yüzden besin


güvenliği fazlaca tehlikeye girmemiştir.


Ancak 20. yüzyılın ortalarından itibaren, tarıma dayalı yerleşim alanlarının


nüfusu, kentlere göre oransal olarak azalmaya başlamıştır. Bu durum çiftçileri,


insanların temel besin kaynağını oluşturan tahılların daha fazla üretimine zorlamıştır.


Çünkü kentlerde yaşayanlar tarımsal faaliyetlerle ilgilenemediklerinden besin


ihtiyaçlarını köylerden ve çiftliklerden karşılamak durumundadırlar. Özellikle


1950’lerden sonra, tarımla uğraşan insanlar, artan nüfusun besin gereksinimlerini


karşılayabilmek için, ancak tarıma uygun olmayan alanların (orman ve mera alanları)


tarıma açılması ve teknolojik gelişmeler sayesinde üretimi artırabilmişlerdir. Örneğin,


eski Sovyetler Birliği’nde tahıl üretim alanlarının zirveye ulaştığı 1979 yılında,


kullanılabilir toprakların toplamı 123 milyon hektara ulaşmış ve bu alanlarda her türlü


tarımsal araç ve gereç kullanılmıştır. Fakat 1995 yılına gelindiğinde aynı bölgelerde


kullanılabilir tarımsal toprakların toplamı 91 milyon hektara kadar gerilemiş ve tarımsal


araç-gereçlerin kullanımı çok fazla ilerleyememiştir. Çünkü, tarıma uygun olmayan


topraklar, bir süre kullanılınca verimsizleşmiş ve artık kullanılamayacak duruma


gelmiştir. Tarımsal araç-gereçler ise, üretimin artırılmasında belli bir etki seviyesinin


ötesine geçememiştir. Bu yalnızca eski Sovyetler Birliğine özgü bir durum değildir.


Dünyanın pek çok yerinde tarımsal alanlar, erozyon, plansız kullanım, aşırı gübreleme


ve ilaçlama sonucu tahribata uğramakta ve kullanılamaz hale gelmektedir. Tarım


alanlarının azalmasıyla birlikte elde edilen ürün de bu suretle dünya nüfusunun


gereksinimlerinin gerisinde kalmaktadır.


3


Toprakların, erozyon başta olmak üzere çeşitli şekillerde kaybının yanısıra


endüstrileşme yoluyla işgal edilmesi ise bir başka önemli sorundur. 1960’lı yıllardaki


geniş tarım alanlarının yarısını yitiren Japonya, Güney Kore ve Tayvan’da, endüstriyel


ve ekonomik faktörler etkili olmuştur. Asya ülkeleri endüstrileşmelerini hızlandırdıkça,


fabrikalarını, yollarını ve yeni kentlerini verimli tarım alanlarının üzerinde inşa


etmişlerdir. Örneğin Güney Çin’de, henüz yakın zamana kadar iki, ya da üç kez pirinç


hasadı yapılabilen topraklarda şimdi fabrikalar işlemektedir. Bu topraklar, yalnızca


Çin’in değil dünyanın en verimli topraklarındandır. Daha zengin insanların yaşadığı


yerlerdeki tarım alanları ise, alışveriş merkezleri, tenis kortları, golf sahaları ve özel


villâlarla doldurulmaktadır.


Gelişmekte olan pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de, verimli tarım


alanları endüstriyel yapılar tarafından işgal edilmektedir. Bu endüstriyel yapılar, kendi


yan kuruluşlarına ait binaların yapımını, yeni yerleşim yerlerinin doğup gelişmesini ve


ulaşım için karayollarının yapımını da beraberinde getirmektedir. Böylelikle geniş


boyutlu bir tarımsal alan tahribatı ortaya çıkmaktadır.


Dünyadaki tarım alanları, 1980’li yıllara dek genişlemiştir. Buna karşın örneğin,


1950 yılında kişi başına düşen tahıl üretim alanı 2,3 dekar iken 1995'’de 1,2 dekara


gerilemiştir. Ancak 1990’larda dünya tahıl üretimi 1950’lere göre üç kat artmıştır.


Bunda etkili olan faktör ise, toprakların sulanma olanaklarının aynı dönemlerde 2,5 kat


artmış olmasıdır. Sulamanın yansıra gübreleme ve ilaçlamanın da artması üretim miktarı


üzerinde etkili olmuştur.


Bitkisel tarım faaliyetlerinde üretim artışı, topraktaki bitki besin maddelerinin


yeterli düzeye çıkarılmasıyla, sulamanın bitkinin ihtiyacına göre ve zamanında


yapılmasıyla, hastalık ve zararlılara karşı gerekli mücadelenin yapılmasıyla sağlanabilir.


Ancak bu faaliyetlerde kullanılan araç-gereçler, gübre ve tarımsal ilaçlar bir ekonomik


harcamayı gerektirirler. Üretim için zorunlu olan bu giderlere “girdi” denir. Her


ekonomik faaliyette girdilerin mümkün olduğunca az ve sonuçta bu girdilere dayalı


üretimin ise fazla olması istenir. Diğer ekonomik etkinliklerdeki gibi, tarımda da girdi


miktarı çok fazla artarsa elde edilen net gelir azalır. Çünkü tarımsal üretimde “azalan


verim kanunu” geçerlidir. Bu durumda, bir yandan üretim için gereksiz yere yapılan


harcamalar artarken, bir yandan da aşırı toprak işleme, gübreleme ve ilaçlama ile toprak


erozyona ve kirlenmeye maruz kalır. Bu yüzden sırf üretim artışı için aşırı sulama,


gübreleme ve ilaçlama yapılmamalı, toprakların yapısının bozulmamasına özen


4


gösterilmelidir. Aksi halde bir süre için belli bir düzeye kadar ürün artışı sağlansa bile,


daha sonra ürün miktarında önemli düşüşler meydana gelir.


Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanların geleceği büyük ölçüde tarım


alanlarının korunmasına bağımlıdır. İleride bir besin kıtlığı ile karşı karşıya


kalınmaması için gerekli önlemler bugünden alınmalıdır.


Su ve Su Ürünlerinin Günümüzdeki Durumu


Tarımda su denilince, aklımıza toprakların sulanması ve sulardan elde edilen


ürünler gelir.


Sulama etkinliklerinin başlangıcından 1900’lü yılların başına kadar geçen


sürede, sulanan alanlarda yavaş bir artış görüldüğü söylenebilir. 1900-1950 yılları


arasında ise bu artış hızlanmıştır. 1900’lü yıların başında 40 milyon hektar olan sulanan


alanlar, 1950 yılına doğru 94 milyon hektara ulaşmıştır. 1993 yılına gelindiğinde ise bu


miktar, 284 milyon hektara yükselmiştir. Ancak, artan dünya nüfusu göz önüne


alındığında 1980’li yıllara kadar artış gösteren sulanan alanların 1980’li yıllardan


itibaren oransal olarak azalmaya başladığı söylenebilir. Sulama alanlarının


genişlemesine karşın, sulama amacıyla kullanılan su kaynaklarının miktarında bir artış


olmamıştır. Tarımsal su kaynaklarının artırılamamasının nedenlerinden başlıcaları,


yeraltı sularının son zamanlara kadar aşırı kullanımı sonucu azalmaya başlaması ve su


kaynaklarının sanayi gibi başka amaçlara da tahsis edilmesidir.


Nüfusa bağlı olarak özellikle kentlerde evsel kullanıma yönelik su gereksinimi


artmıştır. Bu artış kontrolsüz bir şekilde büyüdüğü takdirde, akarsu kaynakları gelecekte


neredeyse tarım alanlarından daha çok kentlerde kullanılmaya başlanacaktır.


Dünyadaki ırmaklar aşırı kullanımdan dolayı su miktarı bakımından bugün için


çok fazla bir zarar görmemektedirler. Ancak nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki


akarsuların bazılarına, suyun çok azının serbest bırakılmasına izin verecek biçimde


barajların kurulmakta olduğu ve tutulan suların kanallara akıtılarak kullanıldığı da bir


gerçektir. Ekolojik dengeler dikkate alınmaksızın, suların aşırı ve düzensiz bir şekilde


kullanılmaya başlandığı takdirde, birçok ırmak, belki gelecekte daha denize bile


ulaşamadan yarı yolda kuruyup kaybolacaktır . Bu durumda, sulama alanı dışında kalan


daha aşağı bölgelerdeki tarımsal faaliyetlerin, olumsuz şekilde etkilenme olasılığı ortaya


çıkabilecektir.


5


Türkiye, akarsuları bakımından zengin sayılabilecek bir ülkedir. Buna rağmen


suların tarımsal amaçlı olarak, verimli ve yoğun bir şekilde kullanımı yakın tarihlere


kadar pek mümkün olmamıştır. Çünkü akarsuların kontrol altına alınması ve tarım için


kullanımı büyük yatırımları gerektirmektedir. Ancak son dönemlerde sulama ve enerji


amaçlı bu yatırımlarda önemli bir artış olmuş ve akarsular barajlarda tutularak


kanallarla tarım alanlarına akıtılabilmiştir. Bu yöndeki çabalar hızlanarak sürmektedir.


Dünyadan değişik olarak Türkiye’de akarsuların kontrol altına alınması varolan


ekosistemi olumsuz yönde etkilememiştir. Hatta, akarsu kontrolü çalışmalarına yönelik


olarak yapılan barajlar, çevresinde tüm canlılar için yaşamaya daha elverişli yeni


ekosistemler oluşturmuştur. Ülkemizde akarsu kaynaklarının ve yan derelerin çokluğu,


eğimin fazla olması suların denize ulaşmadan bütünüyle yok olmasını önlemektedir.


Gıda üretimi bakımından topraklar gibi denizlerin ve göllerin de önemi


büyüktür. Özellikle balıkçılık, gıda üretiminin temel unsurlarından biridir.


1950’de denizlerden elde edilen toplam balık miktarı 19 milyon ton kadar iken,


1988’de bu miktar 88 milyon tona ulaşmıştır. Ancak daha sonraları belirgin bir yükseliş


olmamıştır. Dünya nüfusunun artışı göz önüne alındığında kişi başına düşen balık


miktarının yıldan yıla azaldığı görülmektedir. Yirminci Yüzyıl’ın ikinci yarısından


itibaren teknolojideki gelişmelere paralel olarak balıkçı teknelerinde de önemli teknik


gelişmeler sağlanmıştır. Bu gelişmelerle birlikte dünyanın en ücra köşelerindeki balık


yatakları dahi kullanılmış, ancak ulaşılan bu son yataklar da büyük ölçüde tahrip


edilmiştir.


Geçmişte, daha fazla balık yakalayabilmek için yapılan yatırımlar genellikle av


gereçleri gereçlerinin geliştirilmesine yönelik alınmıştır. Balık rezervinin artırılması için


hiçbir alınmamıştır. Gerçekten de gelişmiş av gereçleri sayesinde yakalanan balık


miktarında önemli artışlar sağlanmış ve neredeyse ulaşılamadık deniz ve av bölgesi


kalmamıştır. Ancak balıkçılıkta sürdürülebilir ürün miktarının sınırlarına gelinmesiyle,


kısa zamanda daha fazla balık yakalamanın da sınırına gelinmiştir. Böylece üretim için


temel belirleyici, yine çevre ve doğal kaynaklar olmuştur.


Hayvancılığın Günümüzdeki Durumu


Hayvancılığın yaygınlaşması, tarımda meydana gelen en önemli değişimlerden


biri olmuştur. Daha önceleri fiziksel gücünden, etinden, sütünden, gübresinden ve


yumurtasından yararlanmak için yetiştirilen hayvanların, günümüzde diğer yan


6


ürünlerinden daha büyük ölçüde yarar sağlanmaktadır. Et üretimi için kurulan


hayvancılık işletmeleri, dünyanın pek çok yerinde artık ihtiyacın önemli bir bölümünü


karşılar duruma gelmişlerdir. Üretiminin artmasıyla beraber, beslenme gereksinimleri


daha kolay karşılanabilmiştir. Ancak çok sayıda hayvan yetiştirilmesi, çevre ve


ekonomik dengeler açısından bazı sorunlar da doğurmuştur.


Bugün besi hayvanları, dünyanın toplam karasal alanlarının yarısında


otlamaktadırlar. Ayrıca bu hayvanlar, ekili alanların dörtte birinde yetişen tarım


ürünlerini tüketmektedirler. Aslında hayvancılık ile diğer tarımsal etkinlikler ve doğal


gelişim arasında bir uyum vardır. Ancak hayvan yetiştiriciliğinde zaman zaman yapılan


yanlış uygulamalar, doğal dengeyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir.


Ülkemizde pek olmasa da, hayvancılığın yoğun olarak ve başlı başına işletmeler


şeklinde yapıldığı yerlerde önemli sayılabilecek sorunlardan biri hayvansal gübrelerdir.


Bu gübreler, iyi depolanmayan bazı bölgelerde toprağı nitrat ve fosfata doyurmuş ve


suları kirletmeye başlamıştır. Ayrıca hayvan gübresinde bulunan azot, sıcak ve kuru


koşullarda amonyak gazı olarak havaya karışmakta ve daha sonra da toprağın


asitleşmesine yol açabilmektedir.


Hayvancılığın kapalı alanlarda veya yaylalarda yapılmadığı yerlerde gelişigüzel


otlatma, ormanların, steplerin ve yabani türlerin zarar görmesine yol açmaktadır.


Dünyadaki karasal alanların önemli bir bölümünü oluşturan meralara, düzensiz ve


erken otlatma yüzünden, hayvanların bugüne kadar önemli ölçüde zarar vermesine göz


yumulmuştur. Bu uygulamaların sonucu ise toprağın besleyici özelliklerini yitirmesi ve


erozyon olarak ortaya çıkmıştır. Ancak burada kusurun insana ait olduğu


unutulmamalıdır.


Ülkemiz açısından baktığımızda hayvancılığın, özellikle köylerde bir ekonomik


etkinlik olarak yoğun şekilde sürdürüldüğünü görmekteyiz. Fakat, hayvan sayısının ve


hayvancılıkla ilgilenen insanların çokluğuna rağmen, bu konuda istenilen verim


düzeyinde olduğumuz da söylenemez. Sorun, öncelikle hayvanlarımızın verimsiz


oluşunda görülmektedir. Hayvanlarımızın verimsizliği, iyileştirme çabaları


sürdürülmesine rağmen henüz hayvan varlığımızın çoğunun düşük verimli yerli


ırklardan oluşmasından, yeni ve ıslah edilmiş ırklardan ülke şartlarına uyan kültür


ırklarına dönüştürme çalışmalarının yetersiz kalmasından (genetik ıslah ve suni


tohumlama çalışmalarındaki yetersizlik), besleme ve bakım olanak ve koşullarının


yetersizliğinden, hayvan barınaklarının sağlıksız oluşundan, üreticilerin kendi


7


alanlarındaki yeniliklere açık olmamalarından ve bütün bu konulardaki eğitim


eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde artık kontrolü yüksek


bir hayvancılık yapılırken, Türkiye’de durum böyle değildir. Hayvancılık, ülkemizde


eskiden olduğu gibi çoğunlukla doğal koşullara bağlı olarak yapılmaktadır. Otlatma için


meraların geliştirilmesi ve korunması yönündeki çabaların eksikliği hayvancılığımızı


olumsuz yönde etkilemektedir. Bakımı ve koruması iyi yapılamayan meralar yeterli ot


üretemediğinden hayvanların beslenme olanaklarını azaltmaktadır. Bu durum, doğa


tahribatının yanısıra verimli bir hayvancılığı da engellemektedir. Elde edilen hayvansal


ürün verimi ve miktarı bakımından Türkiye pek çok gelişmiş ülkenin gerisindedir.


Hayvancılığa bağlı nüfusun çokluğu ve hayvanların yetersiz beslenmesi, sorunun


kökenini oluşturmaktadır.


Dünyadaki insanların çoğu henüz yeterli düzeyde hayvansal kökenli besin


tüketim seviyesine ulaşamamıştır. Bu yüzden de bazı sağlık sorunları yaşamaktadırlar.


Buna karşın bazı Avrupa ve Amerika ülkelerinde hayvancılığın özellikle et tüketimine


yönelik olarak geliştirilmesinin, insanları doğrudan etkileyen bazı olumsuz yönleri de


görülmektedir. Hayvansal ürünlerdeki proteine eşlik eden doygun yağ asitleri insanlarda


önemli sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Amerika ve Avrupa’daki insanlarda


sıkça görülen kalp rahatsızlıkları, felç, göğüs ve kolon kanseri gibi hastalıkların


etmenleri arasında aşırı hayvansal ürün tüketiminin de yer aldığı, sağlık teşkilatları ve


uzmanlarca bildirilmektedir.


Sürdürülebilir Tarım İçin Gerekli Koşullar


1950’li yıllardan sonra dünyadaki besin gereksinimin karşılanmasında önemli


aşamalar kaydedilmiş, açlık oranında büyük bir düşüş sağlanmıştır. Bunda teknolojik


gelişmelerin etki payı çok büyüktür. Ancak bu katkının iyi irdelenmesi gerekir. Şimdiye


kadar yapılan uygulamalardan görünen o ki, teknolojik gelişme, besin gereksiniminin


daha az kaynak kullanımıyla karşılanmasını sağlayamamıştır. Aksine teknolojik


gelişmelerle birlikte kaynak tüketimi de hızlanmış, insanın doğal kaynakları hor


kullanmasının yolu açılmıştır. Fakat son yıllarda artık, kaynakları tüketme pahasına


sağlanan bir gelişmenin sonuçlarının olumsuzluğunu herkes anlamaya başlamıştır.


Böylelikle, sürdürülebilir tarımın nasıl yapılabileceği ve nasıl yapılması gerektiği


üzerinde alternatif düşünceler üretilmeye de başlanmıştır.


Sürdürülebilir tarım anlayışı, ilk baştan kabul edilmesi gereken iki temel görüşe


dayanmaktadır. Bunlardan birincisi; “tarımsal üretim için gerekli olan, dünyadaki


kaynaklar sınırsız değildir”. İkincisi ise; “doğal dengeyi tahrip ederek istenilen ölçüde


8


ve sürekli bir gelişme sağlanamaz”. Buna göre sürdürülebilir bir tarım için yapılması


gerekenler şöyle özetlenebilir:


• Öncelikle bu konudaki politik hedefler iyi belirlenmeli ve açıkça ortaya


konulmalı, sürdürülebilir olmayan tarımsal etkinliklere destek verilmemelidir.


• Sürdürülebilir tarım için bir bilgi tabanı oluşturulmalı, bunun için gerekli teknik,


sosyal ve ekonomik bilgilere ulaşılmalı, ya da bu bilgiler üretilmelidir.


• Toplumun tüketim alışkanlıkları, toplumsal sağlığa yararlı olacak şekilde


değiştirilmeli, yeterli ve dengeli beslenme dışında, lüks tarımsal ürün tüketimi


mümkün olduğunca azaltılmalıdır.


• Üretim kaynakları en verimli ve en çok insanın yararlanabileceği şekilde


kullanılmalıdır.


• Hükümetler ve çeşitli örgütler çevreye zarar verebilecek uygulamalara karşı


önlemler almalıdır. Örneğin toprağın aşırı şekilde sulanmasına, gübrelenmesine


ve yanlış ilaçlanmasına karşı etkin eğitim ve kontrol önlemleri alınmalıdır.


• Çiftçiler sürdürülebilir tarımın uygulanmasındaki en önemli unsurlardır.


Üretimin her aşamasıyla ilgili olarak bilgilendirilmeli ve gerektiğinde onlara


yardımcı olunmalıdır. Aksi halde alınan önlemlerin yeterli düzeyde


uygulanabilmesi ve başarıya ulaşması mümkün değildir.


• Her yıl dünya tahıl üretiminin %38’i hayvan beslemede yem olarak


kullanılmaktadır. Bunun yanısıra hayvanlar, başka bitkileri de yemektedir. Bu


yüzden çok fazla yem tüketen hayvanların (Örn. Sığır, koyun, keçi vb.)


yetiştirilmesi yerine, daha az tüketen ve yemi daha iyi değerlendiren alternatif


hayvanların, örneğin kümes hayvanları v.b.lerinin yetiştirilmesine


yönelinmelidir.


• Hayvancılığın, tahıl tüketimini ön plana alan yönleri yeniden gözden geçirilerek


diğer tarımsal etkinliklerle kaynaştırılmalıdır.


• Hayvancılığın, kaynakları tahrip eden ayrı bir sektör olarak sürdürülmesinin


önüne geçilmelidir.


• Yeraltı-yerüstü su kaynaklarının,göllerin ve denizlerin hangi nedenle olursa


olsun kirletilmesinin önüne geçilmelidir.


• Dünya balıkçılığının ilerlemesinde çözüm yolunun bütün balıkların avlanması ve


tüketilmesi olduğu düşüncesinden vazgeçilmelidir. Balık türlerinin


korunmasının yolları bulunmalı, bu konuda avlanmayla ilgili zaman


düzenlemesi yapılmalıdır.


• Dünya nüfusu özellikle gelişmekte olan ülkelerde hızla artmaktadır. Bu da,


nüfusa bağlı bölgesel ve küresel dengeleri bozmakta, giderek besin açığının


artması sonucunu doğurmaktadır. Bunun için, her ülkede nüfus planlama


9


etkinliklerinin bir düzene sokulması ve ısrarlı bir biçimde yürütülmesi


gerekmektedir.


• Doğayı ve çevreyi koruma ve iyileştirmeye yönelik projeler, gerekirse çeşitli


ülkelerin ortak çalışmalarıyla geniş ölçekli ve planlı bir biçimde


sürdürülmelidir. Çünkü dünyanın bir bölgesindeki doğa ve çevre tahribatı bazen


kaçınılmaz olarak diğer bölgeleri ve ülkeleri de etkileyebilmektedir. Doğanın


karşı karşıya kaldığı, insandan kaynaklanan sorunlar aynı zamanda sosyoekonomik


çalışmaları da kapsayacak bir biçimde ele alınmalıdır. Örneğin;


Güney Amerika’daki Yağmur Ormanları’nın yok edilmesinin o bölgede


yaşanan yoksulluğun bir sonucu olduğu söylenebilir. Öyleyse bu insanların


yoksulluğu bizler için de, başka bir ülke insanı için de sorun olabilmelidir.


Çünkü eğer Yağmur Ormanları yok edilirse bundan yalnızca bir bölgenin


insanları değil bütün dünya ve dolayısıyla bütün insanlar etkilenecektir. Nitekim


doğa ve çevre tahribatının küresel boyutta etkilerinin olabileceğini ortaya koyan


bir örneği insanlar, Mayıs 1986’da, eski Sovyetler Birliği’ne ait Çernobil’deki


bir nükleer kaza ile gördüler. Kaza sonucunda çevreye yayılan radyasyon


kirliliği yalnızca eski Sovyetler Birliği’ni etkilemekle kalmadı aynı zamanda


Avrupa’nın pek çok ülkesi ve Türkiye’de de çevre kirlenmesine yol açtı. Kaza,


Avrupa ve Asya’da yaşayan pek çok insan için bir sorun haline geldi. Bundan


dolayı, kalkınma ve çevre koruma planları, daima bölgesel ve küresel boyutta


düşünülmek zorundadır.


• Ekonomik yaşam için mutlaka planlamalar yapılmalıdır. Ancak bu planlamalar,


hiçbir zaman insanın yaşam standardını düşürmemeli, bireysel özgürlükleri


kısıtlanmamalıdır.


SÜRDÜRÜLEBİLİR ORMANCILIK


Ormanların Günümüzdeki Durumu


Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan, 1980


yılı dünya orman kaynaklarına ilişkin bilgilere göre, dünyadaki toplam orman alanı


yaklaşık 4,3 milyar hektardır. Orman alanlarının diğer alanlara oranı ise %32,3 tür. Bu


değerler son yıllara kadar pek fazla bir değişiklik göstermemiştir. Dünyadaki ormanların


ancak %20’si verimli ormanlardan oluşmaktadır. Günümüzde dünya orman varlığı pek


kötü sayılamaz. Ancak ormanların dünya üzerindeki dağılımının iyi olduğu da


söylenemez. Ormanların dünya yüzeyinde çoğunlukla tropikal kuşak ve kuzey yarım


küresinin bazı bölgelerinde bulunması önemli bir dengesizlik yaratmaktadır. İklim


10


yönünden uygun olmayan bazı yerlerde hemen hemen hiç orman yoktur. Bu da, o


bölgelerde kuraklığa bağlı yoksulluğun başlıca nedenlerinden birini oluşturmaktadır.


Dünyada kişi başına 0,7 hektar (ha) orman düşmekle beraber bunun ancak 0,14


ha’ı verimli orman özelliği taşımaktadır. Türkiyede ise kişi başına düşen orman alanı


0,3 ha olup dünya ortalamasının epeyce altındadır. Avrupa ülkeleri arasında Finlandiya,


topraklarının %69’u ormanlık olan bir ülkedir. Finlandiya’yı, %53 ile İsveç ve %38 ile


Avusturya izlemektedir. Fransa’nın ise yüzölçümünün %20’si ormanlarla kaplıdır. Bu


değerler verimli orman miktarını ifade etmekte olup, anlaşılacağı gibi Avrupa


ülkelerinin hemen hemen tamamı orman varlıklarını koruyabilmişlerdir. Türkiye’de ise


toplam orman alanları ülke yüzölçümünün %25,9’u kadardır. Ancak bunun hepsi


verimli orman niteliğinde değildir.


1950’li yıllarda dünyamızın %25’i verimli ormanlarla kaplı idi. 1975’lerde bu


oran %20’ye düşmüştür. Dünyadaki nüfus artışı dikkate alındığında ve kullanılan orman


kaynaklarına bakılarak bir çıkarım yapıldığında 2000’li yılların başında bu oranın


%17’ye ineceği düşünülmektedir. Eğer etkin önlemler alınmazsa, 2020’lere doğru


sadece %14 olacaktır. Bu arada tropikal bölgelerdeki ormanların %40’ı kaybedilecektir.


Ormanlarla birlikte bitki ve hayvan türlerinin de %20’si yok olacaktır.


Türkiye bitki, ağaç çeşitliliği ve orman alanı yönünden yoksul sayılamayacak bir


ülkedir. Ülkemizin toplam orman alanı 20,2 milyon hektardır. Bunun 8,8 milyon hektarı


iyi verimli orman niteliği taşımaktadır. Diğer bir ifade ile ormanlarımızın %44’ü


verimlidir. Verimli olan ormanlarımız ülke yüzölçümümüzün %11,4’ü kadardır. Bu da


kişi başına 0,14 hektar verimli orman düştüğü anlamına gelmektedir. Özellikle


Karadeniz Bölgesi ormanlar yönünden iyi durumdadır. Buna karşın İç Anadolu ve


Güneydoğu Anadolu bölgeleri orman bakımından en yoksul yörelerimizdir. Buralardaki


orman alanı, tüm diğer ormanlarımızın ancak %10’u kadardır.


Günümüzde ormancılık, artık yeni bir anlayışla ele alınmaya başlamıştır.


Ormanlar, üzerinde emek harcamayı gerektiren çok önemli bir zenginlik kaynağı olarak


görülmektedir. Yeterli olmasa da buna ilişkin çeşitli çabalar sürdürülmektedir. Ülkemiz


orman varlığı açısından çok kötü durumda olmamakla birlikte verimli ormanlarımız


yeterli değildir. Ormanları koruma ve geliştirme yönünde çeşitli çabalar harcanırken


sosyo-ekonomik bazı sorunlar yüzünden, verimli bir orman işletmeciliği


yapılamamaktadır. Bu da ormanlarımızı nicelik ve nitelik yönünden düşürmektedir.


Örneğin, ülkemizdeki ormanların, hayvanlar için mera alanı olarak kullanımı, kaçak


kesimler ve tarla açma, önemli tahribat nedenlerinin başında gelmektedir.


11


Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Birleşmiş Milletler Çevre


Programı (UNEP) yetkililerinin açıklamalarına göre, 1990’lardan itibaren her yıl


dünyada 17,5 milyon hektar orman yok edilmektedir. Buna karşın kaybolan her 10


hektarlık orman alanının yerine ancak 1 hektarlık orman oluşturulabilmektedir.


Orman yokluğunun ekonomik darlığa ve ekolojik dengesizliğe neden olacağı


bilinirken insanların bu kadar sorumsuzca davranmasının sebebi nedir? Bu soruyu


yanıtlamak çok güç değildir. Ormanlar, çoğunlukla emek harcanmadan kendiliğinden


yetişen doğal varlıklardır. Elde edilmesi kolay ve kullanıldığı alanlar da çok fazladır. Bu


yüzden, çok emek harcanmadan kullanılabilen bu varlık, zaman zaman başlı başına bir


ekonomik gelir kaynağı olarak görülerek, kaçak ve aşırı kesimlerle tüketilmektedir.


Aynı zamanda hayvan otlatmada da ormanlardan yararlanma ve bu alanları uygun


olmayan bir şekilde tarım alanlarına dönüştürme isteği de ormanları tahrip etmektedir.


Özetle, ormanların yok oluş nedenleri şöyle sıralayabilir:


• Tarla ve yerleşim yeri açma, kaçak kesimler,


• Yangınlar,


• Keçi otlatma,


• Şehirlerin ve endüstrinin yol açtığı kava kirliliği nedeniyle ağaçların ölümü,


• Yanlış politik kararlar,


• Yetersiz yasal düzenlemeler ve eksik uygulama.


Ormanlardan Yararlanma ve Ormanları Koruma Yolları


Ormanlardan yararlanma, artık ormanları koruma anlamına gelmektedir. Çünkü,


günümüzdeki orman tahribatı, bundan böyle ormanlardan yararlanmanın, onları


korumak ve geliştirmekle eş anlam taşıması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bir şeyden


yararlanabilmek için, öncelikle onu koruma ve geliştirmenin gerekli olduğu açıktır.


Ormanların korunması amacıyla yok olan ağaçların yerine yenilerinin dikilmesi,


bu konuda yapılan çalışmaların önemli bir bölümünü oluşturur. Yok olan ormanların


hızlı bir şekilde tekrar yerine getirilmesini amaçlayan ağaçlandırma çalışmaları


ülkemizin çeşitli bölgelerinde yoğun bir şekilde sürdürülmektedir. Gelecekte orman


ürünlerinden daha fazla yararlanma ve ekonomik kalkınma için bu türlü çalışmaların


aralıksız sürdürülmesi ve etkin koruma önlemlerinin alınması kaçınılmazdır.


Ormanları etkin olarak korumanın çözüm yollarından biri de, orman alanları


üzerindeki nüfus baskısını azaltmaktan geçmektedir. Bugün için, bir hektarlık orman


alanına Okyanusya’da yaklaşık olarak 0,2 kişi düşerken bu, Avrupa’da 3,1 ve Asya’da


5,7’dir. Türkiye’de ise bir hektarlık orman alanına yaklaşık 3,1 kişi düşmektedir. Ancak


12


bu sayılar belirtilen yerlerin ortalama değerleridir. Bazı ülke ve bazı bölgelerde


yoğunluk çok daha fazladır. Bu durum, ormanların yok olmasını önemli ölçüde


hızlandıran etkenlerden biridir. Kuşkusuz ki orman ürünlerinden her şekilde


yararlanılacaktır. Ancak plansız ve bozuk bir ekonomik yapının ihtiyaçları karşısında,


yalnızca eldeki ormanları bir gelir kaynağı olarak görmek, onun sonunu hazırlayacak en


büyük yanlıştır.


Ormanları koruma ve geliştirme yönünde yürütülen projeler, geniş boyutlu


düşünülmek zorundadır. Bir bölgedeki iklim, bitki örtüsü gibi doğal unsurların yanında,


o bölgede yaşayan başka canlıların durumu da gözden geçirilip iyileştirilmelidir.


Biyolojik çeşitliliğin korunmasına özellikle önem verilmelidir.


Ormanlar üzerinde en büyük etkiyi insanlar yapmaktadır. Koruma projelerinde


bir bölgede yaşayan halkın istek ve beklentileri mutlaka hesaba katılmalıdır. Halkı,


ormanları yok etmeye zorlayan koşullar ortadan kaldırılmadıkça, çalışmaların başarı


oranı istenilen düzeyde olmayacaktır.


Sonuç olarak, sürdürülebilir ormancılık da küresel çapta düşünülecek projelerle


gerçekleştirilebilir. En pratik çözüm yolu ise, ülkeler ve bölgeler arası ekonomik


gelişmişlik düzeyleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmaktır.


SÜRDÜRÜLEBİLİR MERACILIK


Meraların Dünyadaki ve Ülkemizdeki Durumu


Dünyada otlatma için değerlendirilen meraların alanı yeryüzünün %28’i


kadardır. Buna karşın işlenmeyen alanlar dünya yüzeyinin yaklaşık olarak %50’sini


kaplamaktadır. Ülkemizde otlatmaya ayrılan arazi ise yaklaşık 21,5 milyon ha ile


toplam arazi varlığımızın %27,6’sını oluşturmaktadır. Dünyadaki ve Türkiye’deki mera


alanları, otlak gereksiniminin önemli bir kısmını karşılayabilmektedir. Ancak meralarla


ilgili birçok sorunlar da vardır.


Meralar, daha çok hayvan otlatılması için kullanılan alanlardır. Bunun yanında


meraların toprak erozyonunu önleme işlevi de vardır. Ancak aşırı otlatma ve hayvan


yoğunluğu yüzünden pek çok yerde meralar bozulmuş ve işlevlerini yeterince yerine


getiremeyecek duruma gelmişlerdir. Böylelikle toprak erozyonu da hızlanmıştır. Mera


olarak yararlanılması gereken pek çok alan, tarımsal amaçla kullanılmaktadır. Aynı


zamanda, meralar yerleşim yeri ve sanayi alanı olarak da amacı dışında


13


kullanılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ortada, arazi kullanım planlaması sorunu vardır. Bu


ve benzeri sorunlar, mera alanlarının verimini ve yararlanma düzeyini düşürmektedir.


Meraların yararlılık düzeylerini belirlemedeki en uygun ölçütlerden biri, bu


alanlarda ne kadar ot yetiştiğini saptamaktır. Avrupa ülkelerinde mera alanlarından bir


büyüme döneminde 500-700 kg/da kuru ot elde edilmektedir. Buna karşın Türkiye’de,


bölgelere göre değişiklik gösterse de ortalama verim çok düşüktür. Türkiye’nin en az


kuru ot yetişen meralarındaki yıllık verim, 30 kg/da, en yüksek olan yerlerinde ise 90


kg/da’dır.


Meraların yeterliliği ve verimliliği ile ilgili olarak başka ülkelerin de sorunları


bulunmakla beraber, bu sorunlar ülkemizde daha yoğun yaşanmaktadır. Bu da ülkede


ciddi sosyal ve ekonomik sıkıntılara yol açmaktadır. Çünkü, ülkemiz nüfusunun %40’ı


tarım sektöründe çalışmaktadır. Oysa ki ABD ve Avrupa’da bu oran %4 ile %10


arasında değişmektedir.


Meraların Kullanımı ve Korunması


Meralar, orta derecede eğimli ve çok eğimli arazilerde bulunan bitki örtüsü


çeşididir. Mera alanlarını, toprak işlemeli tarım alanları olarak görmemek gerekir. Aksi


halde hayvan beslenmesinde bol ve ucuz yem kaynağı olan bu alanların giderek


azalması ve sonunda yok olması sorunuyla karşılaşabiliriz. Bu ise yetiştiricileri daha


pahalı olan yem kaynakları bulmak ve tarımsal ürünleri hayvan yemi olarak kullanmak


zorunda bırakabilir. İnsanların bile ciddi beslenme sorunları varken, bu konuda pahalı


arayışlara girmek ve üretilen tarım ürünlerini hayvanlar için kullanmak pek çıkar bir yol


olarak gözükmemektedir. Kaldı ki geviş getiren hayvanların beslenmesinde mutlaka


kaba yem kullanılması gerekmektedir.


Türkiye açısından bakıldığında mera alanlarının yeterli düzeyde olduğu


söylenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 44 milyon ha olan mera alanları günümüzde


yaklaşık 21 milyon ha’a gerilemiştir. Bu kadar mera alanı da aslında verimli bir şekilde


kullanıldığında yeterli olabilir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nun


verilerine göre bu miktar meradan ancak 8-9 milyon ha’ı verimli ve kaliteli mera niteliği


taşımaktadır. Bir yandan meraların bozuk oluşu, öte yandan hayvan sayısının fazlalığına


ilaveten meraların erken, düzensiz ve ağır otlatılması koşullarında meralarımız sürekli


baskı altında kalmakta ve giderek daha da bozulmaktadır. Bu baskıyı gidermenin en


14


çıkar yolunun, diğer önlemlerin yanısıra, tarımda yem bitkilerine yer vermek ve doğal


yem alanlarını çok iyi korumaktan geçtiği bilinerek gerekli önlemler alınmalıdır.


Meraları sadece alan olarak korumak da yeterli değildir. Bu alanların mutlaka


verimli bir biçimde kullanılması gerekir. Verimli kullanmanın bir yolu da otlatma


zamanının iyi ayarlanması ve erken otlatmadan kaçınılmasıdır. Yurdumuzda otlatma


zamanı ile ilgili olarak belli bir kural yoktur. Otların yeşermeye başladığı ilkbahar


döneminden, soğukların başladığı sonbahara kadar aşırı bir otlatma uygulaması vardır.


Bu ise bitki büyümesini engellemekte, ot gelişme hızını düşürmektedir. Hatta bitki


örtüsünün giderek seyrelmesine neden olmaktadır. Çünkü erken otlatma sonucunda


bitkilerde yeterli fotosentez yapabilecek yeterli yaprak kalmadığından, bitkinin kökleri


beslenemediği gibi, ıslak toprakta otlanan bitkiler, koparak değil kökünden çıkarak


hayvanın ağzına gittiğinden tamamıyla yok olur.


Sürdürülebilir bir meracılık için işin bilimsel ve teknik gereklerine mutlaka


uyulmalıdır. Bunun yanında sürdürülebilir bir yaşam için, kaynakların kendi kendini


yenileyebilir durumda tutulmasına özen gösterilmelidir. Bu açıdan bakıldığında mera


alanlarının yeterli, verimli ve aşırı hayvan baskısından uzak durumda


bulundurulmasının bir ön koşul olduğu ortadadır. Ülkemizde bu koşula ne yazık ki,


yeterince uyulduğu söylenemez. Ancak son zamanlarda ülkemizde yapılan bazı örnek


proje uygulamaları, korunduğunda ve geliştirilmeye çalışıldığında, meralarımızdan çok


olumlu sonuçlar alınabileceğini göstermiştir. Ancak bu uygulamaların bütün


meralarımıza yaygınlaştırılması ve ot veriminin diğer ülkeler düzeyine çıkarılması için


daha yapılacak çok şey olduğunu dikkatten uzak tutmamak gerekmektedir.


Avustralya gibi, mera alanlarının fazla olduğu bir ülkede bile, ekilen arazilerin


yaklaşık %53’ünde yem bitkileri tarımı yapılmaktadır. Bu durum, hayvanlar için otun


dışında, diğer kesif yem maddelerinin de üretilmesini sağlamakta ve meraların aşırı


kullanımını önlemektedir. Kuşkusuz ki Avustralya’nın koşulları kendisine özgüdür.


Ama yine de meraları koruma yönünden bu ülkedeki uygulamalar bir örnek


oluşturabilir. Türkiye’de ise tarım alanlarının ancak %3’ünde yem bitkisi üretilmektedir.


Tarım arazilerinin büyük bölümünü yem bitkileri için ayırmak ülkemiz için belki uygun


olmayabilir. Fakat yem bitkileri yetiştirilmesine daha fazla alan ayrılamayacaksa


sürdürülebilir bir mera yönetimi ve hayvancılık için gerekli olan yem maddelerinin


seçeneklerini bir başka şekilde mutlaka bulmak zorundayız.


15


ÖZET


Sürdürülebilir bir yaşam için doğal varlıkların ve doğal ekosistemlerin


korunması bir zorunluluktur. Aksi halde bir dönem için aşırı ve geleceği düşünmeden


yapılan etkinlikler sonucunda, daha sonraları insanların güçlüklerle karşılaşması


kaçınılmazdır.


Dünyamızın halihazır durumuna baktığımızda sürdürülebilir bir yaşamın


gereklerinin çok fazla önemsenmediğini görmekteyiz. Yaşadığımız yerlerde ve başka


bölgelerde tarım alanları çok fazla kirletilmekte ve işgal edilmektedir. Endüstrileşmenin


hızlı bir gelişme göstermesiyle, tarım alanlarından elde edilen ürünlerin önemli ölçüde


artış gösterdiği söylenebilir. Ancak bu artışın daha fazla kaynak kullanımı pahasına


olduğu da bir gerçektir. Sürdürülebilir bir tarım için endüstriden elbette


vazgeçilmeyecektir. Ancak endüstri ile tarım birbirine karşıt üretim biçimleri olarak


düşünülmeden, birbirini bütünler nitelikte geliştirilecektir. Bu ise, ancak bireysel


sorumluluğa dayalı bir üretim kültürünün var olmasıyla mümkün olabilecektir.


Sürdürülebilir bir yaşam için üzerinde durulması gereken konulardan biri de


ormanların korunmasıdır. Ormanlar, tüm canlıların pek çok gereksinimini karşılayan ve


çoğu gereksinim için kullanıma hazır durumda bulunan doğal ekosistemlerdir. İnsanlar,


belki bu yüzden, genellikle üretimi için çok fazla emek harcamadıkları ve farkında


olamadıkları işlevsel değeri daha yüksek olan bu varlığı, aşırı derecede kullanmaktan


çekinmemişlerdir. Ama sonuçta, talebin daha da artması ve giderek ormansızlaşma


yüzünden çok önemli sorunlar ortaya çıkmıştır. Sürdürülebilir bir ormancılık için


ekolojik dengeyi bozmayan bilimsel yaklaşımların seçilmesi kaçınılmazdır.


Meralar, doğal yaşamın dengesinin düzenlenmesinde ve hayvanlar için besin


kaynağı oluşturmada önemli bir yere sahiptirler. Bu yönüyle hem ekonomik hem de


tarımsal etkinlikler bakımından gereklilikleri göz ardı edilemez. Verimli bir hayvancılık


için düzenli ve sürekli besin kaynağı seçenekleri sunan meralar, hayvancılıkta ilerlemiş


ülkelerde özenle korunmakta ve geliştirilmektedir. Ancak yine de dünyada ve


ülkemizde özellikle tarım alanlarını genişletmek için meralar gün geçtikçe tahrip


edilmektedir. Sürdürülebilir bir meracılığın, her şeyden önce toprak korumanın ve


hayvancılığın önemini kavramış bir anlayışı gerektirdiği açıktır.

*
Academics Art History  Blogs - BlogCatalog Blog DirectoryAcademics Blogs - Blog Top Sites