Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ

Ilk Dil Kurultayı


Ilk Dil Kurultayı




Alfabe, Cumhuriyet yöneticilerinin Türk dili üzerinde yapmayı tasarladıkları geniş kapsamlı değişikliklerin yalnızca bir parçasıydı. Bu değişikliklerde 1932'de kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin (yani bugünkü Türk Dil Kurumu'nun) önemli bir rolü olacaktı. Ilk dil kurultayında, o zaman muhafazakar sayılan görüşler Hüseyin Cahit'ten geldi. Daha önce dilin sadeleşmesinden yana olan, Cumhuriyet döneminde de Latin alfabesini savunan Hüseyin Cahit'in bu tavrı şaşırtıcı görünebilir; genellikle muhalif olmayı seçen bir mizaca sahip olduğu için, sırf karşı çıkma amacıyla böyle konuştuğu sanılabilir. Ama aslında önceden söyledikleriyle çelişen bir yanı yok, Kurultay'da söylediklerinin. Kişisel kanımca, Türkçe üzerinde kopan tartışmalarda en tutarlı tavrı alan da gene Hüseyin Cahit. Şöyle diyor:




"Son yirmi beş sene içinde gittikçe kuvvetlenen sade lisan cereyanı bugün Arapça ve Acemce terkipleri dilimizden söküp götürmüş denilebilir. Yakın bir zamanda, ecnebî dillere ait kaidelerin tamamen maziye karışacağından şüphe edilemez. Bunun için bir şey yapmağa da lüzum yoktur. Çünki zaten kendiliğinden olmaktadır ve olacaktır. Cereyan o kadar kuvvetli ve tabiidir ki koca bir akademi olsa ve aksini temin için uğraşsa bile muvaffak olamaz. 'Sevkitabii' ve 'aksülamel' bazı ıstılahlar birer terkip değildirler. Bunlar, yerlerine daha sade ve ruha daha sokulgan Türkçe tabirler kaim oluncaya kadar yaşayacak birer kelimedirler. Türk alfabesinin bu noktada yapabileceği hizmet pek büyüktür. Eski yabancı yazı ile kalsa idik bu birleşme ameliyesi yapılamazdı. Bugünkü yazımız bize bu sahada da hürriyet ve muvaffakiyet temin ediyor."[15]




Hüseyin Cahit burada, zorla yapma bir dil kurma girişimine karşı olduğunu belirtiyor. Dilin doğal akışından, bu doğal akış içinde sadeliğin nasıl olsa sağlanacağından söz ediyor. "Doğal" akış, dil bağlamında, son analizde, "halkın kullanımı" demektir. Yani Hüseyin Cahit halkın kullanarak bizzat onayladığı bir dil anlayışını savunuyor. İrkçı bir anlayışla dilden kelime tasfiyesine karşı çıkıyor:




"Itiraf ederim ki dilimize karışmış yabancı kelimelerden dolayı edilen şikayetleri biraz mübalağalı buluyorum. Bir lisanın şahsiyeti sarfında nahvındadır. Yabancı kelimelerden alınan kelimeler bu şahsiyeti bozamaz. Ecnebî kavimlerle münasebette bulunup ta onlardan kelimen almamak imkân haricindedir. Bir dile yabancı kelimeler filan veya filan şahsın arzusu ile sun'i olarak doldurulamazlar. Onlar tarihi bir zaruret ve icabın neticesinde, bir tekâmül ameliyesi olarak dile girerler. Dünyada, her sahada olduğu gibi dilde de bir şey olmuşsa onun öyle olması zaruri idi de onun için olmuş demektir."




Bir toplumun yaşadığı tarih, dilinde yansır. Bu onun gerçek tarihidir. Ve tarih elbette, Hüseyin Cahit'in de söylediği gibi, rastlantılardan oluşmaz. Bu tarih, belirli bir anda, bazı bireylerin ya da isterseniz bütün toplumun hoşuna gitmeyebilir. Ama o tarihten hoşlanılmaması, o tarihi yaşanılmamış hale getiremez. O tarih bir yandan, yaşayanlar üzerinde etkilerini sürdürmeye de devam eder. Beğenilmeyen bir tarih, dilin değişmesiyle de silinmez ve değiştirilemez. Hüseyin Cahit'in yukarıdaki paragrafta söyledikleri arasında en önemli kısım bu. Yabancı dillerden kelime almanın kaçınılmazlığı ve ayrıca bu durumun bir dilin karakterini bozmayacağı da doğru. Gerçi Osmanlıca'da yabancı kelime o kadar boldu ki, bunun verdiği sıkıntının haklılığı vardı; ama Hüseyin Cahit "zorlama olmayan" süreçlerle bu yabancı kelimelerden kurtulmaya karşı değil zaten. Türkçe'nin gelişmesini sadece "doğal" diye nitelediği sürece bırakmayı uygun görmüyor:




"Bütün bunlarla beraber, hiçbir şey yapmayalım, ellerimizi kavuşturarak, kaza ve kaderin hükmünü bekleyerek dil işleriyle alâkadar olalım, demek istemiyorum. İsrar ettiğim nokta dil bahsinde her şeyin bizim irademize tâbi olmadığını, tabiî kuvvetler karşısında beşerî mücadele için bir had bulunduğunu unutmamak lüzumudur. Yoksa, daimî olan tekâmül ameliyesinin umumî seyrini kolaylaştıracak ve hızlandıracak surette bazı âmiller vücuda getirebilmek imkânı teslim olunabilir.




Bu bahiste yapabileceğimiz şey, yapmamız icab eden şey bir kara Türkçenin muhtelif lehçelerinin mükemmel bir lûgatını vücuda getirmek, kelime teşkili yolundaki kabiliyetini tesbit etmek, hiç olmazsa bundan sonra ecnebî kelimelerin lüzumsuz yere dilimize girmelerine mümkün olduğu kadar meydan vermemektir.




Bugün alışkın olduğumuz Türkçeden alışkın olduğumuz tarz ve şekilde ıstılah bulmak kabilse onları kabul etmeli. Bulamadıklarımızı da Avrupa'nın filan ya da filan dilinden değil, Latin ve Yunan köklerinden kendi telaffuz ahengimize göre olmalıdır. İstılahlar kararlaştığı gün fikrî anarşi tehlikesi bitmiş demektir."[16]




Hüseyin Cahit'in bu sözleriyle daha önce söyledikleri arasında bir tutarsızlık yoktur. Düşüncesini belirleyen etmen, dilin bütün bir halkın anlaşmak için kullanacağı bir nesne olduğu olgusudur. Son paragrafta, bilim dili için gerekli kelimelerin öncelikle Türkçe'den türetilmesi imkânlarının araştırılmasını istiyor Hüseyin Cahit. Bu olmadığı zaman Yunanca ve Latince köklerin alınması görüşü de doğru. Örneğin Fransızca bilen bir Türk yazarı "trajedi", Ingilizce bilen bir başka aydın da "trecıdi" mi demeli? Bunların yerine "tragedya" demek herhalde daha doğru (tabiî o zaman da sıfat sorunu çıkıyor: "trajik" ne olacak?).




Hüseyin Cahit'in ılımlı tutumu sert tepkilerle karşılaştı. Karşı çıkanlardan biri, devrimin her alanda radikal dönüşümler gerçekleştirmesini isteyen Hasan Ali Yücel'di. Hasan Ali, devrimci volontarizmin kültürlü bir tanımını yapar; ama kültürlü retoriğinin ötesinde, somut bir önerisi yoktur. Hüseyin Cahit'in tutumunu "determinist olmaktan ziyade fatalist" diye nitelemekle, "fatalist" (kaderci) olmayan bir determinizmin varlığını kabul etmiş gibidir. Ama bunu tanımlamaz. Konuşmasının en doğru parçasını aşağıya alıyorum, ama bu da aslında Hüseyin Cahit'in söyledikleriyle çelişmiyor:




"Türk halkı iş kelimesini bilir mi? ("bilir" sesleri) Bölüm, bölme tabirini de bilir mi? ("bilir" sesleri) O halde iş bölümü tabirini de bilir demektir. Bilmediği varsa o ancak iş bölümü tabirinin ilmî tarifidir..."[17]




Hüseyin Cahit'e karşı çıkan çeşitli kişilerden biri de Fuat Köprülü. Daha sonra DP döneminde anayasa dilinin eskileştirilmesi için meclise önerge verecek olan (daha önce de Latin alfabesine karşı olan) Köprülü bu sırada nedense (o nedeni anlamak güç olmasa gerek) öz Türkçe'den yanadır. "Determinizm" ve "irade" üstüne bilgiç bir konuşma yapan köprülü, dile iletişim açısından bakan Hüseyin Cahit'e karşı, o dönemde devletin resmî onayını alan ulusçu bir perspektif getirir:




"Millî şuura ve millî imana dayanan insan iradesinin, şu son asırda millî lisanların inkişafına, hattâ bazı ölü sanılan dillerin bile yeniden yaradılışına nasıl muvaffak olduğunu bütün dünya gibi siz de bilirsiniz... Inkılap ruhiyle meşbu olan bugünkü Türk nesli pek iyi bilir ki, Türk ruhunu ve muazzam Türk tarihinin tabiî akışını herkesten daha evvel, daha derin sezen ve millî temayüllere her zaman en vâzıh ve en doğru şeklini veren Gazi, millî şuurun ve millî irfanın bu eşsiz mihrakı, milletine hediye ettiği büyük inkılaplar zincirinin yeni bir halkası olan muazzam dil inkılabını da ilmin sağlam esasları üzerine kuruyor."[18]



Murat Belge


Türkçe Sorunu

*
Academics Art History  Blogs - BlogCatalog Blog DirectoryAcademics Blogs - Blog Top Sites