OSMANLI DEVLETİNDE GÜMRÜK İŞLERİ
"Lehçe-i Osmaniye" adlı kitapta "Gümrük" kelimesi, Rumca'dan alınmış ve emtiaya ilişkin rüsumun idare mahallinin ismidir diye tanımlanmış ise de, "Gümrük" kelimesinin Rumca'dan alınma olmayıp, Latince'de ticaret manasına gelen "Commercium" kelimesinden alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Zira, gümrük resminin ticaret eşyasından alınan bir vergi olduğu gözönüne alındığında, kelimenin manaya uygunluğu ortaya çıktığından, bu adlandırmanın esasen daha uygun bulunduğu açıktır. Fransızlar "Gümrük"e "Douane" derler. İtalyanca "Dogana" kelimesinden alınmıştır ki, Venedik ve Cenova Cumhuriyetinin Birinci Hakimi'nin ünvanı olan "Doge" adına, hazineye gelir temin etmek için, Venedik'te uygulamaya konulan verginin ismi olmuştur. Venedikliler Ortaçağ'da ticarette büyük gelişme kaydettikleri zaman, bu rüsum uygulamaya konulmuş ve giderekten "Gümrük" kelimesi, hem idarenin ismi (ism-i mekan) ve hem de verginin ismi (ism-i fiil) olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Zamanının ünlü yazarlarından Veyh'in sözlerine göre "Douane" kelimesi, gerek Farisi ve gerekse Arabi "Divan" kelimesinin aynısı olup, Ortaçağ'da Arap gümrüklerine gelen ticari emtiaya ilişkin rüsumun alınmasına memur edilen görevlilerin tamamı anlamına gelen ve "Divan" şeklinde adlandırılan bu ibarenin, o zamanki Latince'ye "Dogan"a şeklinde geçtiği ve oradan da Fransızca'ya "Douane" şeklinde geçerek, dillere yerleşmiş bulunduğu anlaşılmaktadır. ( Süleyman Sudi/Mehmet Ali Ünal (Osmanlı Vergi Düzeni/Defter-i Muktesid))
Bazı yabancı tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu'nda birçok idari ve mali kurumların, İstanbul'un fethinden sonra toplu bir şekilde Bizans'tan alındığını yazmaktadırlar. Bazı tarihçiler de, gümrüklerimizin İstanbul'un fethinden sonra kurulup düzenlendiğini belirtirler. Ancak, gümrüklerimizin İstanbul'un fethinden sonra kurulup düzenlendiği ve bu düzenlemelerin de, Bizans gümrük sisitemi esas alınarak yapıldığı yolundaki görüşler, mevcut bilgilerle çelişmektedirler. İstanbul'un fethinden sonra gümrüklerimizle ilgili yapılmış olan düzenlemeler, Fatih Kanunnamesi'nin başlangıcında yer alan Hatt-ı Hümayun'da belirtildiği şekilde, ötedenberi yazılı ya da gelenek şeklinde uygulanmakta olan diğer kurallarla birlikte, gümrük kurallarının da bir araya getirilmesi, derlenmesi ve bir sıra halinde tasnif edilmesidir. Osmanlı İmparatorluğu'nda gümrüklerimiz ve gümrük vergisi konusu tanzimat öncesi dönem, tanzimat dönemi ve ikinci meşrutiyet dönemi olarak üç ayrı bölüm halinde ele alınmaktadır.
A-TANZİMAT ÖNCESİ DÖNEM :
Osmanlılarda "Gümrük" kelimesi maliye dilinde yer (mekan) anlamına kullanılmıştır. "Gümrük" kelimesi hem anlamı ve hem de konusu itibariyle, Osmanlı mamul ve mahsullerinin yabancı memleketlere ve yabancı memleket mamul ve mahsullerinin de Osmanlı Devleti'ne ithal veya ihraç edilmesi sırasında, ithal veya ihraç eşyasının çıkarıldığı, getirildiği daire anlamında kullanıldığı gibi, genel kullanımda bu kelime, bu daireye çıkarılan her türlü eşya üzerinden alınan resim anlamına da gelmektedir. Bu tarife göre, gümrük resmi esasen Osmanlı Devleti'nden yabancı ülkelere veya yabancı ülkelerden Osmanlı Devleti'ne ithal veya ihraç olunan eşya üzerinden alınan bir çeşit ticaret vergisi ise de, ülke toprakları içinde bir iskeleden diğer bir iskeleye denizden, bir şehir veya kasabaya karadan nakledilen veya çıkarılan eşyadan da, muhtelif isimler altında asırlarca gümrük resmi alınmış, daha sonra bunlardan bir kısmı zaman içinde kaldırılmıştır.
Diğer taraftan, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey zamanında, bazı geçiş yerlerinde "Meks" adı altında "Baç" biçiminde bir tür vergi alınırdı. Ancak, halk Meks'in şeriata uygun olmadığını düşündüğünden, "Mekkas" diye adlandırılan gümrük memurluğu mesleğine karşı o dönemlerde fazla ilgi göstermez ve bu görevi almaktan kaçınırlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan daha sonraki yıllarda "Üşur" ve "Bac" adı altında tahsil edilen vergiler vardı.
Tarihçiler, "Üşur" adı ile gümrük resminin konulma esasının ve tarh sebeblerinin şer'i olduğunu, sonraları buna bir takım usul ve kaideler de zam ve ilave edilerek gümrük resminin çeşitli değişikliklere uğradığını, "Üşur"un tahsilinin meşru olduğunu, ancak, zorla alınan bir vergi demek olan "Bac" resminin tahsilinin şer'i olmayıp, örf ve adede dayandığını, "Bac" resmi tamamen ayrı bir şey iken, bazı mahallerin maliyesinin ikisini de birleştirerek, uzun zamanlar öylece tahsil ettklerini, yani geçirilen bir maldan hem gümrük ve hem de çeşit çeşit adlarla "Bac" resmi alındığını belirtmektedirler.
Osmanlı İmparatorluğu'nda tanzimat öncesi döneme rastlayan tarihlerde tahsil edilen resimlere "Ezmine-i Atika Gümrükleri" denilirdi. Bunlar tahsilleri zaman içinde çeşitli kanun ve nizamlarla kararlaştırılmış olan ve yabancı devletlerle hiçbir anlaşmaya bağlı bulunmayan rüsumattır. O dönemlerde, sözüedilen bu gümrük vergilerinden; eşyanın geldiği ülke, gideceği yer ve yerli veya yabancı olup olmadığı gözetilmeksizin, gerek karadan ve gerekse denizden getirilen veya nakledilen, her türlü mal ve ticari eşyadan alınan gümrük resmine "Amediyye", eğer bu mal ve eşya evvelce dahil olduğu mahalde sarf ve istihlak olunmayarak diğer mahalle nakledilirse, ondan alınan gümrük resmine "Reftiyye" , eğer eşya dahil olduğu mahalde sarf ve istihlak olunacak olduğu takdirde, ondan alınan gümrük resmine "Masdariyye" ve yabancı memleketten gelip, dahilde sarf olunmayarak, bir başka yabancı memlekete sevkedilen eşyadan alınan resme de "Müruriyye" deniliyordu. "Masdariyye" resmi, şimdiki mevzuat gözönüne alındığında bir nevi tüketim vergisi anlamına gelmektedir ki, sonraları gümrük işlemlerinden kaldırılmış ve o tarihlerde sadece İstanbul Balıkhanesi'ne mahsus kalmıştır.
Öte yandan, bu dört çeşit verginin konulması aynı anda olmamış, belki asırlar boyu elde edlen tecrübeler, yabancı devletlerle yapılan anlaşmalar ve beliren ihtiyaçlar nedeniyle zaman içinde muhtelif nizamname ve talimatlarla uygulanmaya başlamıştır. Gümrük Resmi genelde kıymet esasına göre tesbit edilirdi. Ancak, bu sistem tüccarla gümrükçüler arasında malın gerçek değerinin tayini hususunda devamlı tartışmalara sebeb olduğundan, 18 inci yüzyıldan itibaren gümrük resimleri, belli tarihteki mal fiyatlarına göre tesbit edilen spesifik tarifeler üzerinden alınmaya başlandı. Öte yandan, daha sonra yapılan ticaret anlaşmaları nedeniyle, tanzimat döneminde göreceğimiz Rüsumat Emaneti tarafından, bu "Amediyye", "Reftiyye" ve "Masdariye" tabirleri tamamen ortadan kaldırılmış ise de, bu tabirler eski gümrükçülerin dillerinde daha sonraları da kulanılmışlardır. Bu tabirlerin yerine, yabancı memleket mahsul ve mallarından dahilde sarf olunmak üzere Osmanlı İmparatorluğuna gelen mal ve eşyadan alınan gümrük resmine "İdhalat Resmi", yerli mahsul ve mallardan yabancı memleketlere ihraç olunan mal ve eşyadan alınan gümrük resmine "İhracat Resmi" ve yabancı memleketlerden gelip, dahilde sarf olunmayarak diğer bir yabancı memlekete geçirilen mal ve eşyadan alınan resme de "Müruriyye" denilmeye başlanılmıştır. Osmanlılar, "gümrük resmi"ni, uygulama ve etkisi yönünden bakılacak olunduğunda devlet gelirleri içinde en zoru, tahsil edilmesi açısından bakılacak olunduğunda da, en çabuk elde edileni olarak görmüşlerdir ki, doğrusu da budur.
Yabancı devletlerle ticaret anlaşmaları yapılıncaya ve gümrük tarifeleri konuluncaya kadar, Osmanlı Devleti'nde gümrük gelirleri, hazine defter gelirleri içinde önemli bir yer tutamadığı gibi, her yerde dahi eşit gümrük resmi uygulaması mevzu bahis olamamıştır Diğer taraftan, Osmanlılar'da gerek mevki itibariyle konumu ve gerekse eşya cinsi gözönüne alınarak, gümrüklere de farklı isimler verilir, bunlardan deniz kıyısında bulunanlara "Sahil Gümrükleri", sınır boyunda kurulu olanlara "Hudud Gümrükleri" ve orta yerde bulunanlarına da "Kara Gümrükleri" adı veriliyordu. Kara gümrükleri genelde iç ticaret mallarına yönelik iken, sahil gümrükleri hem iç hem dış ticaret malları için sözkonusu oluyordu.
Gerçekten İstanbul, İzmir, Antalya, Selanik, Beyrut, Trabzon, Kefe gibi merkezler sadece dış ticaret değil, deniz taşımacılığının daha ucuz ve bazı hallerde daha kolay oluşu nedeniyle, iç ticaret için de önemli liman ve gümrük merkezleriydi. Bunların yanında daha az işlek olan ikinci derecedeki limanlarda da gümrükler bulunuyordu. Kara yoluyla yapılan ticarette gümrük resmi alınması kara gümrüklerinin kurulmasını gerektirmişti. Bursa, Erzurum, Tokat, Diyarbakır, Bağdat, Şam, Halep, Edirne ve Belgrad gibi büyük şehirlerden başka, daha küçük yerlerde de kara gümrükleri vardı. Küçük gümrükler genellikle yakınındaki büyük gümrüklere bağlanır ve bir ferman gönderilmesi, yahut iltizama verilmesi gibi durumlarda yalnız büyük gümrük adı yazılır, diğerleri için ise, "ve tevabi' gümrükleri" (ve bağlı gümrükleri) denilmekle yetinilirdi. 1801 yılında Osmanlı Gümrüklerinin sayısı 100' ün üzerindeydi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, kara gümrükleri kurulması gerekliliği doğunca ve bazılarının da bağlı bulundukları mahallere nakli sözkonusu olunca, büyük kazalarda ihracat gümrükleri ile ithalat gümrükleri birbirinden ayrılmış, bazı büyük iskelelerde de eşya bazında birbirinden ayrı gümrük idareleri kurulmuştur. Örneğin, emtia gümrükleri ile zahire denilen kuru gıda gümrükleri birbirinden ayrı idare edilirken, kuru meyva ile yaş meyva gümrükleri de farklılaştırılmış ve hatta, giriş gümrük kapısı ve mahreç ülke itibariyle de farklı gümrük idareleri tefrik olunmuştu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk dönemlerinde, diğer vergiler gibi gümrük vergileri de, mali yapı içinde hazineye bağlı olarak "İltizam" ve "Emanet" şeklinde adlandırılan iki ayrı usule göre toplanıyordu. Gümrükler de, madenler, darphaneler ve dalyanlar gibi birer kiralama konusu idi. Bu tür kiralamaya konu olan gelir getirici yerlere "Mukataa" deniliyordu. Bütün mukataalar gibi gümrükler de zaman içinde iltizam ve emanet usulü ile idare edilmişlerdir. Vergilerin devlet memurları vasıtasıyla toplanması anlamına gelen emanet usulü ile idarede "Emin", Devlet tarafından tayin edilen bir memur statüsündeydi. Toplanan gümrük vergileri Gümrük Eminleri ve memurlar vasıtasıyla hazine hesabına alınıyordu. Buna göre, gümrükte çalışanların maaş ve aylıkları, kira, kırtasiye, temizlik ve yakacak masrafları, gümrüğüne göre ödenmesi planlanan tophane, baruthane, kale neferleri ulufeleri gibi harcamalar çıktıktan sonra, artan para merkeze yollanıyordu.
Bir gümrüğün iltizama verilmeden önce hasılatının tam olarak bilinmemesi, iltizama çıkarıldığında istenilen rakamı bulamaması, yahut arızi bazı sebeblerden dolayı bir gümrüğün gelirinin azalması gibi hallerde, "mukataa" emanet yoluyla idare edilirdi. İltizamlar açık artırma yoluyla yapılıyordu.Gümrük gelirleri 1-3 yıllık sürelerle "Mültezim" denilen müeahhitlere ihale ediliyordu. İhalede, bir bakıma teminat olarak, sarrafların kefaleti de, taahhüd olarak aranırdı. Diğer mukataalarda olduğu gibi, gümrük mukataalarında da tek bir gümrük değil, bunların birkaçı bir arada, hatta bazan dalyan, pencik vb. resimlere ait mukataalar da eklenerek iltizama verilirdi. Bundan maksat birinin karının diğerinin zararını telafi etmesiydi. Örneğin, 1111-1112 de (1699-1700) İstanbul, Galata, Gelibolu, Tekirdağ, Ereğli, Silivri, Enez, Bandırma, Edincik, Mudanya, İzmit ve bağlı iskeleri gümrükleriyle, rüsum-ı reft, dellaliye, kara gümrüğü ve bağlantıları, dalyan-ı mahi, rüsum-ı masdariyye, Edirne gümrüğü, İzmir ve Sakız gümrükleri ve bağlı mukataası birlikte iltizama çıkarılmıştı. Bazan, emanetle idare içinde de iltizama gidilebiliyordu. Eğer mukataa bir gümrük memurunun maaşını dahi karşılıyamıyacak kadar az gelir getiriyorsa, o takdirde emin tarafından maktu olarak ihale edilebiliyordu. İltizamla idarede mültezim, iltizam bedelinin bir miktarını "muaccele" adıyla peşin olarak öder, kalanı takside bağlanırdı. Mültezim'in hazineye ödediği miktarın üstünde elde ettiği gelir de onun karı olurdu. Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulmasından tanzimata kadar dahili gümrük rüsumunun tahsil usulü, belirtilen şekilde idi.
Bazı önemli eyaletler ve yurtluk ve ocaklık şeklinde idare ettirilen bazı sancaklar hariç, bütün mahallerin gümrükleri, o zamanların terimlerince "mefruzu'l-kalem" ve "maktu'ü'l-kıdem" şeklinde kabul edilip, bazı güvenilir kişiler vasıtasıyla idare ettirilmiş, iltizam usulünün tamimi sırasında da, İstanbul gibi büyük olmayan mahallerin gümrükleri, sarrafların taahhütleri altında mültezimlere ihale olunmuş ve gümrüklerin yıllık gelirleri tamamen devlet hazinesine irad kaydedilmiştir.
B- TANZİMAT DÖNEMİ :
Osmanlı İmparatorluğu'nda tanzimat öncesi dönemde, gümrük vergilerinin toplanması iltizam usulüne göre müteahhitler aracılığıyla yapılıyordu. Ancak, mültezimlerin kendilerine büyük menfaatler sağlamaları dolayısıyla bu konuda çeşitli şikayetler de vaki oluyordu. Bu şikayetlerin de etkisi ile iltizam usulü 1840 yılında terkedildi ve emanet usulü uygulamasına geçildi. İstanbul ve çevresi için "İstanbul Emtia Gümrüğü" kuruldu ve öteki yörelerde de maaşlı memurlar görevlendirildi. Bu tarihte emanet usulü uygulamasına geçilirken ve gümrükler maliye hazinesine nakledilirken, o zamana kadar bazan gümrük resimleriyle birlikte ve bazan da ayrı olarak ihale edilen bütün belediye rüsumları da, hazinenin denetimi altına alınmış, (Dersaadet) İstanbul ve bağlı gümrükleri yeni kurulan İstanbul Emtia Gümrüğü Emanetine ve Dersaadet'in müteferrik belediye resimleri de sonradan "Şehr Emaneti" adını alan "İhtisab Nezareti"ne nakledilerek katılmış, taşraların benzer gümrük ve belediye resimleri de birbirinden ayrılıp, vergi tahsildarlarının nezaretleri altında olmak kaydıyla, özellikle seçilen ve tayin olunan maaşlı ve yeminli memurlar vasıtasıyla idare ettirilmiş, bunların maaş ve masraflarından arta kalan gelirlerinin, mahalli mal sandıklarına yatırılması usulü getirilmiş, o tarihe kadar gümrük olmayan yerlerde de gümrük idareleri kurulması ayrıca kararlaştırılmıştır. Bütün gümrüklerin nezareti herne kadar maliye hazinesine havale edilmiş ise de, bu havale, sadece gümrük gelirlerinin maliye hazinesine gönderilip burada toplanmasından ve kesin hesaplarının vaktı zamanında görülmesinden ibaret bir nazariye olmuştur. Bu nedenle, faaliyet ve icraat sırasında vukua gelecek sorunların halli ve düzeltilmesi bakımından, bütün gümrükler için güvenilir bir merci tayini gerekli görüldüğünden, bu çeşit sorunlar için de "İstanbul Emtia Gümrüğü" merkez tayin olunmuştur.
Herhangi bir gümrük uygulamasına ilişkin bir tartışma vuku bulduğunda veya gümrük uygulamasından kaynaklanan bir hususun doğruluğu yönünden şüphe vaki olduğunda, gereğinin ve olunacak işlemin İstanbul Emtia Gümrüğü'nden sorulması ve alınacak cevaba göre de işlem yapılması bütün gümrüklere bildirilmiş, hatta, o dönemlerde kurulan "Ticaret Mahkemeleri" de İstanbul Emtia Gümrüğü'ne nakledilmiştir. Bu nedenle, gümrüklere ait herhangi bir sorun veya şikayet vaki olduğunda, önce İstanbul Emtia Gümrüğü'ne havale olunur ve oradan yazılan ilam üzerine gereği yapılırdı ki, bu ilam keyfiyeti "Rüsumat Emaneti"nin kurulmasına kadar devam etmiştir. Yine o tarihlerde, gümrüklerin yıllık gelirlerinin İstanbul Emtia Gümrüğü defterlerine kaydedilmesi ve sene sonunda da muhasebeleştirilerek, maliye hazinesine verilecek icmale derc edilmesi hususu karar altına alınmış ve yazılan bir genel emirle herbir mahalde bulunan idarelerinin, bu gümrük rüsumatı için başka defterler tutması, bahsi geçen defterlerde kayıtlı gelirlerini her ay sonunda mal sandığına teslim etmesi ve buna dair vergi tahsildarlıklarından alınacak makbuz senetlerinin de, İstanbul Emtia Gümrüğü'ne gönderilmesi veya tevdi edilmesi hususları tamim edilmiştir. Ancak, Emanet usulünün bu uygulaması da ancak, 1841 yılı sonlarına kadar sürmüş ve 1842 yılında tekrar iltizam usulüne dönülmüştür. Zira, hazinece, gümrüklerin emaneten idare olunmasından beklenen gelir ve fayda bu dönemde gerçekleşmemiş ve aşağı yukarı bunların birer senelik gelirlerinin yetersizliği de görülüp anlaşılmıştır. Bu nedenle, İstanbul Emtia Gümrüğü ve bağlantıları ile yakın gümrükler ve Yemen gümrükleri, eskiden olduğu gibi emaneten idare olunmak ve İstanbul Emtia Gümrüğü emaneti, eskisi gibi işar ve istişaratda danışma merci olarak tanınmak üzere, geri kalan bütün gümrüklerin, bazıları takım takım birleştirilmek, bazıları da mal bazında ayrılmak suretiyle, birer, ikişer veya üçer sene süreyle idare olunmak ve kar ve zararları da kendilerine ait bulunmak kaydıyla, sarrafların taahhüdü altında müzayede yoluyla mültezimlere ihalesi kararlaştırılmış, böylece 1842 yılında tekrar iltizam usulüne dönülmüştür. Bu usul gümrüklerin tamamının emaneten idareye bırakıldığı 1858 senesi sonuna kadar devam etmiştir.
Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ
|
|
Osmanlı Devletinde Gümrük Işleri
*
Bu yazı tarih olarak: Salı, Mayıs 26, 2009
eklenmiştir.Kategorisi
Tarih Ders Notları
.
Bu yazıya yapılacak yorumlardan haberdar olmak için feed. Bu yazıya yorum yazabilirsiniz.
Kapsamlı ve ayrıntılı dokümanlar için TIKLAYINIZ