Blogda Aramak İçin TIKLAYINIZ

Ölüm Konulu Şiirler Hakkında


Ölüm Konulu Şiirler Hakkında

Yeni Türk Şiiri Antolojisi






Ölüme Uyanış






Uyansam, uyandirilsam simdi, çok geç olmadan.

Bu rüya kötüye gidiyor, uyandirin beni bu uykudan.

Gördüklerim çok gerçekci, acaba yaniliyormuyum?

Herkes yasiyorda, ben mi uyukluyorum!


Yürüdügüm yollarin sonu çikmaz sokak.

Hiç yabanci degil bu yol, ayaklarim önceden geçmis olacak.

Bilmiyorum bu kaçinci geçisim bu yoldan, bir kisir dönence.

Uyanmayi bekliyorum, ayni dönemeci tekrar görünce!


Istiyorum kalkmayi, uyanmayi, herseyi silip bastan baslamayi.

Gayretimi tazeleyip yola koyulmayi, O'nu aramayi.

Bulmayi, beni uyandiracak olani, kapisina köle olmayi.

O ki, beni yasatip, yapan imtihani, ögreten aklimi kullanmayi!


Rüyamda bir dünya var, akarsulari soguk, denizleri derin.

Bir de levhâ var, yaziyor: mânayi maddeden ayirt edin!

Içimde bir fisilti; bir gün ayrilacagim ama bu kadar mi çabuk?

Dünya hayati, bitirmem gereken yolculuk!


Yollar eskisi gibi degil artik, sokaklar da degisik.

Insanlar ayni, lâkin rüyalardan açilmis birer pencerecik.


Bir uyanisa dogru ilerliyorum simdi, içimde haykiris...

Rüyamin sonu belliymis meger, ölüme uyanis!


Ahmet Arslan

(.?.)














Ölüm Bile











Ölüm bile geç kaldıktan sonra

Bütün ilkleri sona bırakmanın belki de tam zamanı

Ben her şey bir ırmaktır sanırdım

Bunun için günlükler tutmaya kalktım

Ve tarihleri karıştırdım nasıl da


Aldım şapkamı gidiyorum şimdi

İniyorum kentin çekirdeğine

kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde

Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde birer parmaklık gibi

Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak

Ben odama döneyim en iyisi


Öyleyse nice yağmur

Niye bir kız saçı gibi sokaklarda

Aynaya baksam kalbim görünür

Aklımda gitgide büyüyen yara

Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür

Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra


Ahmet Erhan

(1958 Ankara_?)

“Ölüm nedeni bilinmiyor”’dan




























Hacı Murad'ın Ölümü








hacı murad'la öldük eski kafkasya'da

ihtiyar çuvasgili santur calıyordu

ne çaldığı zaten anlaşılmıyordu

oğlu belki o saat asılıyordu

şarap patlak vermişti isyan masada


atlas gömlekleri boyundan ilikli

sabahlara kadar hançer dokuyanlar

mezmur okuyarak duvar duvar

dudaklarında karanlık ilkbahar

gözbebekleri çelik çekirdekli


çalarak getirdiği korkak tatarların

bakunin yazması kitaplarından

dinamitler yürür bakü sokaklarından

siyah bir toz olur doru kısraklarından

öfkeli kazakları II'nci nikola'nin


ölmek fısıldadıkça son semaveri

bulutlanır çay kristal fincanda

ışıklar gizlice bilenir zindanda

bir ustura çizgisi azerbeycan'da

hacı murad'ın üzengileri


Atilla İlhan

(15 Haziran 1925 Menemen-...)






























Ölüme Eğilmek








Uyumaya değil

Rüyalarıma gidiyorum

Orada yaşayacağım isteğimce

Uyanıkken hiç yaşayamadığım

Hepsi de gençti güzeldi

Sevdim sevildim diye aldanarak

Son gördüğüm onlar olacak

Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım

Ölüme değil

Sonsuzluğa gidiyorum

Orda dinleneceğim gönlümce

Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim

Kalemim yine elimde

Kağıtlarım da önümde

Son uykusunda düşecek başım

Sağlığımda hiç eğmediğim


Aziz Nesin

(1915 İstanbul-1995)



















Farenin Ölümü









Umutsuzdu, yalnızdı, hali yoktu,

Canı çok yanıyordu günlerden beri.

Ne alnında dolaşan bir dost eli

Ne yardım isteyecek kimsesi vardı,

Ne Tanrısı, ne de peygamberi.


Günlerdir karanlık deliklerde

Yanıp sönüyordu gözleri.

Sevinç değil ki paylaşılsın

Kendi kendinindi kaderi.


Sürüne sürüne dışarı çıktı.

Kıvrıldı ateşte pençeleri.

Kurtuldu rahat etti farecik,

Rahat etti dişleri.


Kibardı, incecikti kuyruğu,

Vücudu, küçücük pençeleri.

Bir makara gibi çözüldü,

Unuttu kedileri.


Farecik! Nazlıcık! Garipçik!

Canı çok yanıyordu günlerden beri.

Kibardı, incecikti kuyuğu;

Boş koydu delikleri.


Bir varken bir yok oldu,

İşte dünyamızın işleri.


Cahit Külebi

(1917.çeltek köyü/zile-...)






















Ölümlü İnsanlar İçin









Hepiniz öleceksiniz!

Tanrı katına çıkacaksınız utanmadan!

Ruhlarınız koyup kaçacak sizi!

Topraklara gömüleceksiniz.


Kurtlar, böcekler, solucanlar

Sevinçle saldıracak üstünüze.

Elleriniz bomboş kalacak,

Kimse bakmayacak resminize.


Sevilmiş kadınların hayali

Dumanlar gibi dağılacak;

Faydaydı, şöhretti, merhametti

Semtinize uğramayacak.


Gözleriniz yok artık!

Dünyamızı göremeyeceksiniz!

Okşamak, gülmek, konuşmak

Yok olmuş bir selde yüzeceksiniz,


Yavaş yavaş çürüyeceksiniz.


Cahit Külebi . (1917.çeltek köyü/zile-...)














Ölüme Dair



Buyrun, oturun dostlar,

hoş gelip sefalar getirdiniz.

Biliyorum, ben uyurken

hücreme pencereden girdiniz.

Ne ince boyunlu ilâç şişesini

ne kırmızı kutuyu devirdiniz.

Yüzünüzde yıldızların aydınlığı

başucumda durup el ele verdiniz.

Buyrun, oturun dostlar

hoş gelip sefalar getirdiniz.


Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?

Osman oğlu Hâşim.

Ne tuhaf şey,

hani siz ölmüştünüz kardeşim.

İstanbul limanında

kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,

kömür küfesiyle beraber

ambarın dibine...


Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı

ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız

simsiyah başınızı.

Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...

Ayakta durmayın, oturun,

ben sizi ölmüş zannediyordum,

hücreme pencereden girdiniz.

Yüzünüzde yıldızların aydınlığı

hoş gelip sefalar getirdiniz...


Yayalar-köylü Yakup,

iki gözüm,

merhaba.

Siz de ölmediniz miydi?

Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp

çok sıcak bir yaz günü

yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?

Demek ölmemişsiniz?


Ya siz?

Muharrir Ahmet Cemil?

Gözümle gördüm

tabutunuzun

toprağa indiğini.


Hem galiba

tabut biraz kısaydı boyunuzdan.

Onu bırakın Ahmet Cemil,

vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,

o ilâç şişesidir

rakı şişesi değil.

Günde elli kuruşu tutabilmek için,

yapyalnız

dünyayı unutabilmek için

ne kadar çok içerdiniz...

Ben sizi ölmüş zannediyordum.

Başucumda durup el ele verdiniz,

buyrun, oturun dostlar,

hoş gelip sefalar getirdiniz...


Bir eski Acem şairi :

«Ölüm âdildir» — diyor,—

«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»


Hâşim,

neden şaşıyorsunuz?

Hiç duymadınız mıydı kardeşim,

herhangi bir şahın bir gemi ambarında

bir kömür küfesiyle öldüğünü?...


Bir eski Acem şairi :

«Ölüm âdildir» — diyor.

Yakup,

ne güzel güldünüz, iki gözüm.

Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...

Fakat bekleyin, bitsin sözüm.

Bir eski Acem şairi :

«Ölüm âdil...»

Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.

Boşuna hiddet ediyorsunuz.

Biliyorum,

ölümün âdil olması için

hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...


Bir eski Acem şairi...

Dostlar beni bırakıp,

dostlar, böyle hışımla

nereye gidiyorsunuz?


Nazım Hikmet
























Yine Ölüme Dair


Zevcem,

ruhu revanım

Hatice Pîrâyende,

ölümü düşünüyorum,

demek ki arteryo skleroz

başlıyor bende...

Bir gün

kar yağarken,

yahut

bir gece,

yahut

bir öğle sıcağında,

hangimiz ilkönce,

nasıl

ve nerde öleceğiz?

Nasıl

ve ne olacak

ölenin son duyduğu ses,

son gördüğü renk,

kalanın ilk hareketi

ilk sözü

ilk yediği yemek?

Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.

Haber

çığlıklarla gelecek,

yahut da ima edecekler,

ve kalanı yalnız bırakıp

gidecekler...

Ve kalan

karışacak kalabalığa.

Yani efendim, hayat...

Ve bütün bu ihtimâlât

1900 kaç senesinin

kaçıncı ayı

kaçıncı günü

kaçıncı saatinde?

Zevcem,

ruhu revanım

Hatice Pîrâyende,

ölümü düşünüyorum,

geçen ömrümüzü düşünüyorum.

Kederli

rahat

ve hodbinim.

Hangimiz ilkönce

nasıl

ve nerde ölürsek ölelim,

seninle biz

birbirimizi

ve insanların en büyük dâvasını sevebildik

- dövüştük onun uğruna -,

«yaşadık»

diyebiliriz.


Nazım Hikmet







Ölüm













Herşey bu kadar kolay mı?

Sen geldin aklıma,niye desem bende bilmiyorum.Seyrettiğim bir yaşam belkide benimki,müdahale etmek

senin tarzın,benimse tembelliğim.Niye yazıyorum yine ?

Kaçışım bu sayfalar,beyaz üzerine siyah,kalemin rengi...Benim rengim.Gerçekler acı olmaya başlayınca

buraya gelirim ,severim burayı.

Beyazı hayelleri hatırlatır bana,siyahı gerçekleri...

Ama sen bu sayfaya baktığında nedense yazıları görürsün...siyahı

Kimsenin aklına gelmez üstüne yazılan...beyaz.

Düşünürümde,düşünmek beni üzer.

Artık sevmeyeceğim diye başlar yeni hayatın ,bitince eskisi,

Bir boşluktur kaplar seni,aşkın küllenir yine.

Bekler rüzgarını...engeli sen olursun,hatıralar olur.




Emre Alptekin
































Ölüm İşareti








Sonbahar esintisi yapraklar solmuş sarı sarı

Hafifçe esen rüzgar ılık uğultulu

Baktığım zaman mevsimin aynasına karanlık

Korkutuyor gördüklerim doğanın yok oluşu

Nehirlerin ırmakların kuruması bile sebep oldu korkuma

Bir gün geldi aynamı bile bulamadım karşımda


Herşey gibi doğa gibi insanlık ırk gibi yok olmuştu

Sebep neydi yok eden insan hiç düşünmeden

Yok eden hırs istekti dünyaya yetip biten

Biz aslında hiç düşünmeden kendimizi yok ettik

Bir varoluşun sıra dışı isteklerine boyun bükerek

Bir kayboluş ve karanlığı kendimize benimsedik


Ölümün işareti kadar hain kendi cocuğuna kıyacak kadar gaddar

Ne beklesin insanlık tarihinden sevgimi saygımı

Ne bulsunki seven aşık deger verdiği eşinden

Ölüm işareti kadar yakın bir deprem kadarda sessizdi kıyamet


Emre Erkut




































Ölüm








ölmek nedir sizce

toprağa konup üzerinizin kapatılmasınımı

yoksa...

kimsenin hatırlamadığı bi doğum günümü

etlerinizin toprağa karışmasımı?

en sevdiğiniz filmi yanlız seyretmekmi

ölmek

nedir sizce

hiç hatırlanmamak mı?

unutulmakmı?

Yoksa...

gözlerinizi kapattığınızda

sizi kimsenin düşünmediğini bilmekmi?

nedir ölmek

sadece sizi taşıyan etlerin durmasımı

yoksa sizin o etleri taşımanızmı?


Murat Özkıyıkçı

































Ölüme İnat








gökyüzüne resim çizdin mi hiç

karanlığa inat

yıldızlar serpip saçlarına,

bekledin mi güneşin doğuşunu

zamana inat

uçabileceğine inandın mı hiç

yıldızlara kavuşmak için

bir kuşun kanadından düşüp

öldün mü

yaşadın mı

sana inat

aşka inat

ve öldün mü

herşeye inat


Mustafa Alıcı
































Yokluk Ayrılık ve Ölüm








Soğuk ve karklı gecelerde

Pislikleri örttüğü sanılan kar

Mezarım oldu benim

Benim en büyük acım


Seninle bir cadde köşesinde,

Buluşmayıda sevmiştim.

O cadde köşesinde,

Yok olmayıda.


Kimsenin görmediği ve bilmediği

Bir canavar vardı karların altında

Biz ona ayrılık diyoruz hani

Onun için,


Ben seninle bir cadde köşesinde,

Buluşmayıda sevmiştim.

O cadde köşesinde,

Ayrılmayıda.


Kimsesiz caddelerde gözlerimizin

Birbirlerine fısıldaşarak söyledikleri

Aşk sözcüklerinde yemin etmiştik hani

Onun için,


Ben seninle bir cadde köşesinde,

Buluşmayıda sevmiştim.

O cadde köşesinde,

Ölmeyide.


Emrah Sakallığolu













Beyaz bir gemidir ölüm








sen bu şiiri okurken

ben belki başka bir şehirde olurum


kötü geçen bir güzü

ve umutsuz bir aşkı anlatan


rüzgarla savrulan

kağıt parçalarına

yazılmış


dağıtılmamış

bildiriler gibi


uzun bir yolculuğa hazırlanan

yalnız bir yolculuğa.


çünkü beyaz bir gemidir ölüm


siyah denizlerin hep

çağırdığı


batık bir gemi


sönmüş yıldızlar gibidir


yitik adreslere benzer

ölüm


yanık otlar gibi.


Sen bu şiiri okurken

ben belki başka bir şehirde

ölürüm.


Behçet Aysan
















Ölüm







Ey nefsim, kaç bakalım kaç sen.

Daha ne kadar kaçacaksın sen.

Başıma ne işler açacaksın sen.

Fizana da kaçsan, Azrail’den kurtulamasın.


Baki değilsin ki, ilelebet yaşayacaksın.

Ne kadar kaçsan da Azrail’den kaçamazsın.

Hem hiç kurtulan olmuş ki sen kurtulasın.

Hiç istisna edilmiş ki sen istisna olacaksın.


Gidenlerin çetelesi tutulmak istenseydi.

Ne katip, ne kalem ne de defter yeterdi.

Hem gidenler gelenlerden daha çoktur.

Hem gidenlerden geri gelen hiç yoktur.


Gelenler konuyor, konanlar da göçüyor.

Ömrün azı da çoğu da bir yel gibi geçiyor.

Yaptıkların gizli kamera ile kayda geçiyor.

Kara kutusu açılan gerçeği görüp şaşıyor.


Ey nefsim sonradan şaşırmak istemiyorsan

Helal dairesi keyfe kafidir, harama kaçma

Benim başıma da daha fazla işler açma

Bak! ben de şikayetçi olurum sonra senden


Bayram Tunca


















Ölüm Nedir?



Her şeyin bir ömrü, bir de ölümü vardır.

Aslında ölüm her yerde her zaman vardır.

Bedenimizdeki hücrelerde her an ölüm var.

Duygu ve düşüncemizde her gün ölüm var.


Tabiattaki canlılarda her zaman ölüm var.

Küreyi-arzdaki gece ve gündüzde ölüm var.

Hatta Kainattaki yıldızlarda bile ölüm var.

Hayat olan her yerde her zaman ölüm var.


Ölüm, hayatın son noktası, son durağıdır.

Ölenin yatağı toprak, yorganı ot-yapraktır.

Eğer lâyıksa, ondan sonraki bineği buraktır.

Yoksa, gideceği yer cehennem, işi haraptır.


Aslında, ölüm her an göz kırpıp duruyor.

Genç ihtiyar tanımıyor, her an gelebiliyor.

Her şeyin faniliğini en güzel ölüm anlatıyor.

Ey nefsim, hisse almadınsa şair ne anlatıyor.


Şu dünyada İnsanlar farklı farklıdır.

İnsanların Ölümleri de farklı farklıdır.

Alimin ölümü, zalimin ölümü farklıdır.

Şehidin ölümü, teröristin ölümü farklıdır.


Bazı hayatlar vardır, ölümden de beter.

Eğer aradığını bulduysan o sana yeter.

Eğer aradığını bulmadıysan sonun beter.

Ey nefis, bu kadar nasihat da sana yeter.


Her gece kefensiz yatıp kefensiz kalkıyoruz.

Görüp duyduğumuz ölüme hayretle bakıyoruz.

Farkında değiliz hayatımızı boşuna geçiriyoruz.

Dünyalık her şeyi, kabir kapısında bırakıyoruz.


Madem kabir kapası açık, ölüme çare yoktur.

O zaman ömrümüzü baki bir ömre çevirmeliyiz.

Madem ömür kısa, hayatta lüzumlu işler çoktur.

Ömrümüzü her an lüzumlu işlerde harcamalıyız.


Kimbilir Azrail, ne zaman ne şekilde kapıyı çalacak.

Bilemiyoruz, canımızı neyi vesile edip, nasıl alacak.

Sizi bilmem ama, bana hayatta birkaç kez ikaz yaptı.

Dünya fani, ölüm hak, sakın unutma bak ikazını yaptı.


Ey Ademoğlu, inanmazsan ölüm idam-ı ebedidir.

Eğer inanırsan, ölüm senin için terhis teskeresidir.

İnanmazsan kabir senin için bir zindan-ı ebedidir.

Eğer inanırsan, cennet bahçesine açılan bir kapıdır.


Bayram Tunca






Ölüme yakın








Akşamüstüne doğru, kış vakti;

Bir hasta odasının penceresinde;

Yanlız bende değil yalnızlık hali;

Deniz de karanlık, gökyüzü de;

Bir acaip, kuşların hali.


Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;

-Akşamüstüne doğru, kış vakti-

Benim de sevdalar geçti başımdan.

Söhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;

Zamanla anlıyor insan dünyayı.


Ölürüz diye üzülüyoruz?

Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada

Kötülükten gayrı?


Ölünce kirlerimizden temizlenir,

Ölünce biz de iyi adam oluruz;

Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,

Hepsini unuturuz.


Orhan Veli

(D.1914 İstanbul-Ö.14 Kasım 1950)
































Ölümün sırrı



Ölümün sırrını sordum bir gence

Güldü de bu ani suale önce

Ölüm dedi, ölüm bir hiçtir bence

Gençliğimi yalnız aşk ile ördüm


Rast geldim ak saçlı bir ihtiyara

Lanetler ederdi bir eski yare

Sorunca ölümü dedi bir çare

Çünkü rüya gibi bir hayat sürdüm


Bu sırrı sormağa karar verdim ben

Hayatı hicranla dolu ölüden

Baktı boş gözlerle ayet okurken

Dedi ben hayatı ölümde gördüm


Nazım Hikmet Ran










































Sessiz Gemi



Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.


Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.


Rıhtımda kalanlar bu seyahetten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,


Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.


Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.


Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.


Yahya Kemal Beyatlı

(D.2 Aralık 1884 Üsküp-Ö.1 Kasım 1958 İstanbul)







































Rindlerin Akşamı








Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.


Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.


Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasından güneş doğmayan büyük kapıdan


Geçince başlıycak bitmeyen sükunlu gece.

Gruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,


Ya sevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül.

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.


Yahya Kemal Beyatlı

(D.2 Aralık 1884 Üsküp-Ö.1 Kasım 1958 İstanbul)






































Otuz Beş Yaş



Yas otuz beş! Yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağimızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünüyorsunuz;

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim:

Nerde o gtnler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal seylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata eraber başladığımız

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmiş!

Geç faretttim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yil biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm taruma.

N'eylesin ölüm herkezin başında.

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak.

Taht misali o musalla taşında.


Cahit Sıtkı Tarancı

(D.1910 Diyarbakır-Ö.13 Ekim 1956 Viyana)





















Dostlar beni hatırlasın



Ben giderim adım kalır,

Dostlar beni hatırlasın.

Düğün olur, bayram gelir,

Dostlar beni hatırlasın.


Can bedenden ayrılacak,

Tütmez baca, yanmaz ocak,

Selam olsun kucak kucak,

Dostlar beni hatırlasın.


Açar solar türlü çiçek

Kimler gülmüş, kim gülecek

Murat yalan, ölüm gerçek,

Dostlar beni hatırlasın.


Gün ikindi akşam olur,

Gör ki başa neler gelir,

Veysel gider, adı kalır

Dostlar beni hatırlasın

Aşık Veysel
















Kara Toprak


Dost dost diye nicesine sarıldım.

Benim sadık yarim kara topraktır.

beyhude dolandım, boşa yoruldum

Benim sadık yarim kara topraktır.


Nice güzellere bağlandım kaldım

Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum

Her türlü istediğim topraktan aldım

Benim sadık yarim kara topraktır


Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi

Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi

Kazma ile dövmeyince kıt verdi

Benim sadık yarim kara topraktır


Adem'den bu deme neslim getirdi

Bana türlü türlü meyve bitirdi

Her gün beni tepesinde götürdü

Benim sadık yarim kara toopraktır.


Karnın yardım kazmayınan, belinen

Yüzün yırttım tırnağınan, elinen

Yine beni karşıladı gülünen

Benim sadık yarim kara topraktır


İşkence yaptıkça bana gülerdi

bunda yalan yoktur herkes de gördü

Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi

Benim sadık yarim kara topraktır.


Havaya bakarsam hava alırım

Toprağa bakarsam dua alırım

Topraktan ayrılsam nerde kalırım

Benim sadık yarim kara topraktır.


Bir dileğin varsa iste Allah'tan

Almak için uzak gitme topraktan

Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan

Benim sadık yarim kara topraktır.


Hakikat istersen açık bir nokta

Allah kula yakın, kul da Allah'a

Hakkın gizli hazinesi toprakta

Benim sadık yarim kara topraktır.


Bütün kusurumu toprak gizliyor

Melhem çalıp yaralarım düzlüyor

Kolun açmış yollarımı gözlüyor

Benim sadık yarim kara topraktır.


Her kim ki olursa bu sırra mazhar

Dünyaya bırakır ölmez bir eser

Gün gelir Veysel'i bağrına basar

Benim sadık yarim kara topraktır.

Aşık Veysel




Ölü



Hangi mahallede imam yok,

Ben orada öleceğim.

Kimse görmesin ne kadar güzel,

Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.


Ölüler namına, azade ve temiz,

Meçhul denizlerde balık;

Müslüman değil miyim, haşa,

Fakat istemiyorum, kalabalık.


Beyaz kefenler giydirmesinler,

Sızlamasın karanlığım havada.

Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,

Ki bütün azalarım hülyada.


Hiçbir dua yerine getiremez,

Benim kainatlardan uzaklığımı.

Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,

Çılgınca seviyorum sıcaklığımı...


Fazıl Hüsnü Dağlarca

(D.1914 İstanbul-Ö...)




































Ağır Hasta



Üfleme bana anneciğim korkuyorum

Dua edip edip, geceleri.

Haytayım ama ne kadar güzel

Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.


Niçin böyle örtmüşler üstümü

Çok muntazam, ki bana hüzün verir.

Ağarırken uzak rüzgarlar içinde

Oyuncaklar gibi şehir.


Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum

Ağlıyorsun, nur gibi.

Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha

Duvardaki resimlerle, nasibi.


Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,

Büyüyor göllerde kamış.

Fakat değnekten atım nerde

Kardeşim su versin ona, susamış.


Fazıl Hüsnü Dağlarca





































Ölüme yakın



Akşamüstüne doğru, kış vakti;

Bir hasta odasının penceresinde;

Yanlız bende değil yalnızlık hali;

Deniz de karanlık, gökyüzü de;

Bir acaip, kuşların hali.


Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;

-Akşamüstüne doğru, kış vakti-

Benim de sevdalar geçti başımdan.

Söhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;

Zamanla anlıyor insan dünyayı.


Ölürüz diye üzülüyoruz?

Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada

Kötülükten gayrı?


Ölünce kirlerimizden temizlenir,

Ölünce biz de iyi adam oluruz;

Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,

Hepsini unuturuz.


Orhan Veli







































Sanatkarın Ölümü



Gitti gelmez bahar yeli;

Şarkılar yarıda kaldı.

Bütün bahçeler kilitli;

Anahtar Tanrıda kaldı.


Geldi çattı en son ölmek.

Ne bir yemiş, ne bir çiçek;

Yanıyor güneşte petek;

Bütün bal arıda kaldı.

.


Cahit Sıtkı Tarancı
















































Ölüm Noktürnü



seninle karşılaşıp solduğum andı ölüm

yüzüne baktığında tutuşup yandı ölüm


çoğaldıkça çoğalan bir sevda ülkesinde

ellerine dokundun; sana inandı ölüm


o efsunlu, yağmurlu, hercai gözlerinden

uçan kelebekleri mutluluk sandı ölüm


akkor dudaklarından ağı düştü içime

yollarında yürürken sanki insandı ölüm


viran eylediğin gün yorgun hayallerini

ayrılıkla, hüzünle, aşkla sınandı ölüm


bir ömür vuslatını bekledi boynu bükük

bilmem ki aşk uğrunda neden kınandı ölüm


süründü yıllar yılı karanlık köşelerde

benim gibi kıvrandı, kahra dayandı ölüm


her akşam tufanında harap oldu güneşim

gece baygın bir rüya, gündüz hülyandı ölüm


sensizliğin en ağır fermanıydı içimde

dudaklarımdan sızan bir damla kandı ölüm


ölüm seni sevmektir bir celladın elinde

bilmem hangi yürekte böyle sultandı ölüm

.


Nurullah Genç











Duman



Bir dumanla dolmuş dünya

Boğucu bir duman

El yazması bir kitapta

Bir hikaye okudum:


Bakırcılar bir zaman

Bir koca kazan yaptılar.

Bakırcılar gece oldu, evlerine gittiler

kazan kaldı dükkanda

Sabah ola, aşlar pişe

Sabah ola, o da gide

Bakırcılar gittiler

Kazan kaldı dükkanda.


Kazan bekler

Saatler geçer gece

Bir büyücü gelir girer içeri

Çalıp gider bu kazanı gizlice.


Issız bir dağ başında

Ateş yakar büyücü

Yanma ateşim yanma

Ateşin elinde mi?

İçinde tılsımlı su

Kazanım kaynama

Kazanın elinde mi?


Şeytan gelir, sorar

Kaynattığın kazana

Açlık, ölüm kattın mı?

Kattım.

Fitne, fesat attın mı?

Attım.


Kazan kaynar

Kaynadıkça kara kara

Bir duman çıkar

Duman gider dağlara.


Karşı yatan yüce dağlar

Eğilin de duman geçe!

Dağlar saf, çocuk gibi

Kötülük olduğun ne bile?

Dağlardan esen rüzgar

Dumanı iletin hele!

Rüzgar saf, çocuk gibi

Kötülük olduğun ne bile?


Duman aşar dağları

Azar azar

Şehirlere, köylere

Duman uzar.


Odalara, evlere

Duman sızar,

Gören gözler görmez olur

Duman girer kıvrıla kıvrıla

İnsanların kalplerine kadar.


Göz gözü görmüyor bu zamanda

Bu dumanı yok etmenin çaresi

Kitap yazmıyor.


Behçet Necatigil



















































Çile



Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...


Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tulbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı


Ateşten zehrini tattım bu okun,

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı


Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.

Al sana hakikat, al san rüya!

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!


Ensemin örsünde bir demir balyoz,

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye


Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;

Makânı bir satih, zamanı vehim.

Bütün bir kahinat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.


Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerine bende her şekil;

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!


.............................. .................... ...

.............................. .................... ...

.............................. .................... ...

.............................. .................... ...


Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,

Deliler köyünden bir menzil aşkın,

Her fikir içimde bir çift kelepçe.


Niçin küçülüyor eşya uzakta?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?

Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl?


Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selam sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.


Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!

Ey yedinci gök, esrarını aç!

Annemin duası, düş de perde ol!

Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!


Uyku, katillerin bile çeşmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.

Teselli pınarı, sabır memesi;

Size şerbet, bana kum dolu çanak.


Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,

Sırrını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

Karınca sarayı, kupkuru kelle...


Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,

Mevsimden mevsime girdim böylece.

Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,

Fikir çilesinden büyük işkence.


.............................. .................... .

.............................. .................... ..

.............................. .................... ..

.............................. .................... ..


Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir çektiğim mesafelerden!


Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tutuyor önümde bir mavi ışık.


Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

Bu kükürtlü duman, nedir inimde?

Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

Bir zehir kıymak gibi, beynimde.


Lugat, bir isim ver bana halimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden;

Aynalar söyleyin bana, ben kimim?


Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,

Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

Belâ mimarının seçtiği arsa;

Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?


Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!


Ne yalanlarda var, ne hakikatta,

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.


.............................. .................

.............................. ...................

.............................. ...................

.............................. ...................


Gece bir hendeğe düşercesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.


Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mavera dede.

Yandı sırça saray, ilahi yapı,

Binbir avizeyle uçsuz maddede.


Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İçiçe mimari, içiçe benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!


Nizam köpürüyor, med vakti deniz;

Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri, ebed duygusu.


Kaçır beni ahenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.


Öteler öteler, gayemin malı;

Mesafe ekinim, zaman madenim.

Gökte saman yolu benim olmalı;

Dipsizlik gölünde, inciler benim.


Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...


Necip Fazıl Kısakürek







































Seviye On Kala, Ölüme beş...



Ya zamanından erken gelirim;

Dünyaya geldiğim gibi,

Ya zamanından çok geç;

Seni bu yaşta sevdiğim gibi.

Mutluluğa hep geç kalırım;

Hep erken giderim mutsuzluğa.

Ya herşey bitmiştir çoktan,

Ya hiçbir şey başlamamış.

Öyle bir zamanına geldimki yaşamın

Ölüme erken seviye geç.

Yine gecikmişim bağışla sevgilim;

Seviye on kala, ölüme beş...

.


Aziz Nesin


































Rindlerin Ölümü



Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle,

Gece,bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.


Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter,

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

.


Yahya Kemal Beyatlı









































Kahramanların Ölümü



(İşaf)

(Şehit tayyareci Kurmay yüzbaşı Kami’nin büyük hatırasına)


Gerilir zorlu bir yay

Oku fırlatmak için;

Gece gökte doğar ay

Yükselip batmak için.

Mecnun inler, kanını

Leyla’ya katmak için.

Cilve yapar sevgili

Gönül kanatmak için.

Şair neden gam çeker?

Şiir yaratmak için.

Dağda niçin bağırılır?

Feleğe çatmak için.

Açılır tatlı güller

Arılar tatmak için.

Tanrı kızlar yaratmış

Erlere satmak için.

İnsan büyür beşikte

Mezarda yatmak için.

Ve...........................

Kahramanlar can verir

Yurdu yaşatmak için...

1931

.


Hüseyin Nihal Atsız




























Çanakkale'de Ölüm



Sen ölüm,

Evlerde pissin ama,

Daglarda igrençsin.


Sen ölüm,

Birinin adi silinir de,

Adin geçer ancak.


Sen ölüm,

Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da

Tutarsin, görürsün oralarda ancak.


Sen ölüm,

Ülkelerde kötüsün ya

Ülkelerarasi daha çirkinsin.


Sen ölüm,

Sayriliklardan sonra gelirsin peki,

Şu dev gibi, su dipdiri gençlerle isin nedir?

.


Fazıl Hüsnü Dağlarca









































Ölüm



Sözünde durmadı mavi gökler;

Gün kararıyor gitgide ölüm.

Akşam yeli nedameti söyler;

Nedamet yer etti bende ölüm.


Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce;

Sudur akar kendi bildiğince,

Hangi pencereye koşsam gece;

Gitmiyor bu can bu tende ölüm.


Ne vefasız geçmişten hayır var,

Ne gelecekler imdada koşar,

Çoktandır tekneyi aldı sular;

Çoktandır ümitler sende ölüm.

.


Cahit Sıtkı Tarancı













































Ölüm (Leyla ile Mecnun)



Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde

Bir kış güneşliğinde

Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir

Tabiatı aşan bir bildiriştir

Ne güz ne sarı renk bu göçü anlatır

Bu kan rengi bu kıpkızıl öçü anlatır

Görünüşte kırmızı gerçekte yeşil

Görünüşte öç hakikatte değil

Faninin sonsuzla barışması

Affın mağfiretle yarışması

Yaprağın düşüşü değil bu toprağa

Bir yıldırım çarpışıdır dağa

Sonbahar değil ilkbahardır

Ölümden sonra ölümsüz hayat vardır

Bulutlar açılır güneş çıkar

Yağmur taneleri inci tanelerine dönüşür

Deniz çalkanır saçar ortaya hazinesini


Anladım onlar ölmediler

Ölüm adına

Ölüm maskesini takınarak

Dönüştüler bir ışığa

.


Sezai Karakoç






























Ölüm



Yapraklar üşürken dökülür;

Ağaçlar kışa soyunurken ölür.

Nedir acelesi ecelin?

Daha bitmeden yaşama sevincim.


Neden bu kadar soğuk ellerim?

Gözlerim aynı noktada donuk.

Nedir bu sonsuz karanlık?

Ve bu bitmeyen yalnızlık.


Nereden çıktı bu tabut?

Ne işim var benim içinde?

Ve bu kalabalık.

Yüzler; bu yüzler hep tanıdık.


Herkes birakıp gitmiş.

Geceye sessizlik çökmüş.

Gözlerim hala açık,

Ve bitmeyen yalnızlık.

.


Halide Edip Adıvar

*
Academics Art History  Blogs - BlogCatalog Blog DirectoryAcademics Blogs - Blog Top Sites